In this article, we will try to present and give information about Sadık Abdal’s dîvân. Regarding the Bektashi legends, one of the leading names stated about the conquest of Balkans by Ottomans is Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli). Sadık Abdal is known to be one of the disciples of Seyyid Ali Sultan in Bektashi order. We have transcripted Sadık Abdal’s dîvân (poetry book) to nowadays Turksh latin alphabet. The sole copy, which was copied by Rüstem Abdal, is being used during the transcription. We assume that several questions related with Bektashi order and history will be answered and new perspectives can be created afterwards with the help of the information available in this dîvân. Sadık’s Dîvân (poetry book) gives valuable information about status of Bektashism in 15. century, the aspect of Bektashis towards the order religions and orders, also gives some informations about toponomical datas, onomastics and events available in legendary-religious books of Bektashism like velayetname.

Key Words: Bektashism, Sadık Abdal, Seyyid Ali Sultan, Kızıldeli

Özet:
Bu makalede Sadık Abdal Dîvânı’nı tanıtmaya ve dîvânın içeriği hakkında bilgi verilmeye çalışılacaktır. Bektaşî mitlerine-söylencelerine göre Balkanlar’ın Osmanlı tarafından fethinde önde gelen isimlerden biri, Seyyid Ali Sultan ya da diğer adıyla Kızıldeli Sultan’dır. Seyyid Ali Sultan’ın müritlerinden biri olarak Bektaşîlik’e intisap etmiş olan Sâdık Abdâl’ın Dîvânı’nı yeni yazıya çevirdik. Adı geçen eser tek nüsha olup Rüstem Abdâl tarafından istinsâh edilmiştir. Bu eser, Bektaşîlik tarîkatı ve tarihinin aydınlatılmasıyla ilgili birçok bilgiye sahip olup, araştırmacılara yeni bakış açıları getirecektir. Dîvân-ı Sâdık, on beşinci yüzyılda Bektaşîliğin durumu, inançlara bakış açısı, velâyetnâmelerde geçen yer, şahıs isimleri ve olaylar hakkında önemli bilgiler vermektedir.

GİRİŞ

a- Sâdık Abdâl’ın Yaşamı

Sâdık Abdâl 15. yüzyılda Kızıl Deli Sultan Dergâhı’nda yetişmiş Bektaşî şairlerindendir. Kızıl Deli Sultan, diğer ismiyle Seyyid Ali Sultan Dergâhı, Yunanistan’ın Dimetoka şehrine bağlı olan Ruşenler Köyü sınırları içinde bulunmaktadır. Şairin yaşamı ve çevresi ile ilgili bilgilerin önemli bir kısmını dîvânında yazdığı şiirlerden edinmekteyiz. Sâdık Abdâl Dîvânı’nın ulaştığımız bu nüshası Rüstem Abdâl tarafından Hicrî 1155 – Milâdî 1742 tarihinde kopya edilmiştir. Dîvânın sonuna da okuyanların daha kolay anlayabilmesi için ayrıca müstensih tarafından bir lügatçe konulduğu görülmektedir.
Sâdık Abdâl’ın ilk defa on üç yaşında tesadüfen dergâhın yakınından geçtiğini, orada sohbet eden dervişlerden Derviş Mehmed’in sözlerinden çok etkilendiğini, yirmi iki yaşında ise Seyyid Ali Sultan’dan nasip aldığını (V. 20 a ve 20 b ), ilk defa Hakk’ın bir lütfuyla yirmi dört yaşında şiirler yazdığını dîvânında kendisi bildirmektedir (V. 17 b).

On üç yaşıma erince henüz ben
Gezerken derd-i gam ü fikr ile pür-ganz

On üç yaşıma henüz erip,
Fazlası ile dert edip gezerken,

[20 b]

Erişdi pîrimin ol cânibinden
Münevver nûr ile dervîş-i pür-va’z

Pirimin tarafından,
Nurlu bir dervîş nasîhat ederek erişti.

Özü enver sözü hikmet ser-â-ser
Ulûm-ı bahr ile pîrâste pür lafz

Baştan başa özü nurlu, sözü hikmetli.
İlim deryâsından süslenmiş bütün sözleri.

Ki nâm-ı nîki hem Dervîş Mehmed
Henüz sâlik ü refîki var idi ganz

Ki onun güzel ismi Mehmed Dervîş’ti.
Ancak yanında dertli bir arkadaşı vardı.

Oturmuşlardı bir gün yol yanında
Ederdi ol refîkine o dem va’z

Oturmuşlardı bir gün yol yanında.
Arkadaşına o an va’z ederdi.

Hakîkat sözlerin söylerken ol dem
Geçerken yolca erdi gûşuma lafz

O an hakîkate ait sözler söylerken,
Yoldan geçerken kulağıma sözleri geldi.

Kelâm-ı sırr-ı Hakk’ı eyledim gûş
Henüz dört beş kelâm edince ol va’z

O va’z sırasında henüz dört beş kelime edince,
Hakk’ın sırlı sözlerini işittim.

Yine andan revân oldum yola ben
Eser kıldı velîkin bana ol va’z

Yine yoluma devam ettim.
Fakat sözleri bana çok tesir etti.

Hem anlar dahi ol dem râhî oldu
Ki gayrı aklıma azm etdi ol lahz

Onlar dahi o anda yola girdi.
O dakika artık aklımı aldı.

Mükemmel oldu ol demde fu’âdım
Dahi aşk oldu bana kıldıgı va’z

Kalbim o anda mükemmel oldu.
Bana söylediği sözler sohbeti aşkımı artırdı.

Dem-â-dem hamdülillah artdı aşkım
Hudâ hıfz eyledi çün ermedi fevz

Allah korudu, ölüm gelmeden.
Aşkım zamanla arttı hamd olsun.

Yigirmi iki yaşıma erince
Gezerken aşk ile hayrân bî-azz

Aşkı ile şaşkın gezerken,
Yirmi iki yaşına erdim.

Erişdim Tekye-i Kızıl Deli’ye
Hudâmı oldum anın dahi bî-gayz

Kızıl Deli tekkesine eriştim.
Noksansız onun hizmetçisi oldum.

Erişdim çün yigirmi dört yaşa ben
Bana lutf eyledi Kızıl Deli bî-azz

Yirmi dört yaşına eriştiğim zaman.
Kızıldeli bana lütfeyledi.

Şairin doğum ve ölüm tarihi bilinmemekle beraber, mürşidi olan Seyyid Ali Sultan’ın 1412 yıllarında vefat ettiği ulaştığımız bilgiler arasındadır. Sâdık Abdâl’ın da yirmi iki yaşında Bektaşî tarîkatına intisap ettiği şiirinden öğrenildiğine göre 1380-1390 yıllarında doğmuş olması gerekir. Evli olup olmadığı ve ailesiyle ilgili bilgi eserinde bulunmamaktadır.
Şiirlerinde; On İki İmamlar’dan, Hazret-i Muhammed’den, Hazret-i Ali’den, Hacı Bektaş Veli’den, Abdâl Musa’dan, Kaygusuz Abdâl’dan, ayrıca çağdaşı olan Otman Baba’dan, onların kerametlerinden, eserlerinden saygı ile bahsetmesine rağmen 1516 yılında vefat etmiş olan Balım Sultan’dan hiç bahsetmediği gibi (T. Koca 1990:39), Akyazılı Sultan’dan, Yeminî’den, Demir Baba’dan, Hatâyî’den, Pir Sultan Abdâl’dan da bahsetmemesi kendisinin en fazla 1460 yılına kadar yaşamış olduğunu düşündürmektedir. Benzer bir tespiti Abdülbaki Gölpınarlı, Hacı Bektaş Velî Vilâyet-nâmesi için yapmıştır. Eserinde “Vilâyet-nâme’de Balım Sultan’ın adı hiç geçmiyor. Sağ olsaydı, yahut şöhretini yapıp zamanını sürerek ölmüş olsaydı, adının anılmamasına imkân yoktu”(A. Gölpınarlı 1990: XXIX ) diyerek; yöntem olarak bir bakıma bizim tespitimizi de doğrulamaktadır.
Bu tespitimizin dîvânın aslına uygun kopya edildiğine önemli bir kanıt olduğu düşüncesindeyiz. El yazması belgelerin müstensihler tarafından kopya edilmelerinde metnin aslına uyulduğu, ancak daha rahat anlaşılabilmesi için bazı notlar veya “Sâdık Abdâl Kuddise-Sırrihu’l-beyân” gibi saygı dolu ifadeler kullanıldığı bilinmektedir.
Sadık Abdâl’ın hayatı ile ilgili Turgut Koca ise eserinde şu bilgilere yer vermiştir:
“Sâdık Abdâl’ın bu el yazma dîvânı, Rüstem Abdâl adındaki bir derviş tarafından (1155H.-1742M) yılında kopya edilmiştir. Dîvândaki şiirler, tarihi birer belge niteliğindedir. Fatih Sultan Mehmed devresine kadar yaşamıştır. Kızıl Deli Sultan’ın (804 H.- 1401 M.) Kaygusuz Abdâl’ın (820 H. – 1417 M.) Otman Baba’nın (883 H. 1478 M.) yılında öldüğü göz önüne alınırsa ve Sadık Abdâl’ın dîvânındaki şiirlerde de bu azizlerden söz edildiğine göre, on beşinci yüzyılda yaşadığı kesindir”(T. Koca, 1990:39) demektedir.

b- Sâdık Abdâl Dîvânı’nın Kaynağı, Dil Yapısı, Şiirlerindeki Yöntem.

Sâdık Abdâl Dîvânı, Konya Bölge Yazmalar Müdürlüğü’nde 894-35.1 numarada kayıtlıdır. Eserin şu ana kadar ulaşılmış tek nüshası budur. Diğer kütüphanelerde de “Dîvân-ı Sâdık” isimli yazmalar varsa da, bunların başka şairlere ve 18.-19. yüzyıllara ait eserler olduğu tespit edilmiştir.
Sâdık Abdâl’ın şiirlerinde Arapça ve Farsça kelimeleri, tamlamaları, âyetleri, hadisleri, hadis-i kudsîleri sıklıkla kullanmasından yola çıkarak Kızıl Deli Sultan Dergâhı’nda oldukça iyi bir eğitimden geçtiği veya kültürlü bir aileden geldiği sonucuna varıyoruz. Ayrıca şiirlerin baş tarafına hangi aruz kalıbının kullanıldığı ve konusunun ne olduğu Farsça olarak belirtilmiştir. Okuyucuya kolaylık sağlaması açısından konulmuş bu açıklamaların Rüstem Abdâl’a ait olduğunu tahmin etmekteyiz. Şiirlerinde kafiyeler “elif” ile başlayıp “y” ile bitecek şekilde sıralanmıştır. Dîvân’ın 3 b – 5 b – 10 b -12 a varaklarındaki şiirlerde vezin sorunları bulunmaktadır. 24. ve 32. varaklarda da birer sayfa kaybolduğundan şiirin baş tarafına ulaşılamamıştır. Şiirlerin baş tarafına ve beyitlerin yanına numaralar tarafımızdan konulmuştur.

c- Velâyetnâmelerin ve Dîvânların Önemi

Bilimsel çalışmalar şüphesiz ki belgesiz yapılamaz. Genellikle tarihçiler, velâyetnâmeleri tarihe ışık tutması açısından güvenilir görmezler. Çünkü içinde doğaüstü olaylara ve duygusal bakış açılarına sıklıkla yer verilmiştir. Ancak buradaki olayları, adı geçen kişileri, ilişkileri tamamen görmezlikten gelmek de haksızlık olur. Aynı veya yakın dönemlerde yaşamış olan şairlerin dîvânlarında işlenen konular, geçen isimler velâyetnâmelerin göz ardı edilmemesinin gerektiğini bize hatırlatır.
Rıza Yıldırım bir eserinde velâyetnâmeler ve kerâmetler ile ilgili şunları bildirmektedir: “Velâyetnâmeler genel olarak tarihçiler arasında pek itibar görmeyen kaynaklardır. Modern araştırmacıların velâyetnâmeler konusunda bir türlü kurtulamadıkları bu önyargılarını tamamen haksız saymak imkânsızdır. İçerdiği onca doğa-üstü olaylara modern tarihçilerin itibar etmesi herhalde beklenemez. Bu tür eserleri derleyen ya da kaleme alan kişilerin kendileri de derviş oldukları için, hayatlarının ayrılmaz parçası olan keramet hikâyelerini anlatımları içinde bol bol kullanmaktan çekinmezler. Ancak, akademik açıdan negatif sayılabilecek bu hususlara rağmen, velâyetnâmeler özellikle din ve tasavvuf tarihi açısından oldukça kıymetli kaynaklar olarak gün geçtikçe daha da fazla önem kazanmaktadırlar. Tarih kaynağı olarak bakıldığında, bu tür eserlerin iki ana gruba ayrılarak incelenmesinin gerekli olduğu anlaşılmaktadır. Birinci grupta, basma kalıp, hemen her velâyetnâmede rastlanan birtakım kerâmet motifleri ile şekillenmiş ve şeyhin tarihi hayatından kopuk söylencelerin derlenmesinden ibaret olan velâyetnâmeler yer alırken; ikinci grubu, yine kerâmet motifleri içeren ancak aynı zamanda güvenilebilir tarih bilgilerinin de içinde bolca bulunduğu velâyetnâmeler teşkil etmektedir” (R. Yıldırım 2007:1-2) demektedir.
Abdülbaki Gölpınarlı velâyetnâmelerin önemi ile ilgili olarak eserinde, “Görülüyor ki tarihe dayanan epik eserlerle menkabelerden sıkı bir eleştirme sonucunda pekâlâ faydalanabiliyoruz. Kaldı ki bu eserlerin devirlerindeki dînî inancı gelenekleri, görenekleri, töreleri, hatta yaşayış tarzlarını göstermesi bakımından ayrıca değerleri vardır” A.Gölpınarlı:XI) sözleri bulunmaktadır.

d- Seyyid Ali Sultan’ın Yaşamı ve Tarihsel Kimliği

Sâdık Abdâl’ı doğru anlayabilmek için onun yaşadığı dönemi, özellikle mürşidi Seyyid Ali Sultan’ı iyi tanımamız gerektiği kanısındayız. Seyyid Ali Sultan’ın 1310 yılları civarında doğduğunu, 1412 ilâ 1420 tarihleri arasında vefat ettiğini tahmin etmekteyiz.(R. Yıldırım 2007:156-158) Hacı Bektaş Veli’nin en önemli halifelerinden birisidir. Orhan Bey’in emriyle Çanakkale’ye geçerek Rumeli fethini gerçekleştirmiş alperenlerdendir. Bektaşîliğin yayılmasında çok büyük hizmetleri olmuştur.
Seyyid Ali Sultan ile birlikte Seyyid Rüstem Gazi, Süleymanpaşa, Emir Sultan, Seyyid Zâli, Gazi Evrenoz, Hacı İlbey, Ece Bey, Gazi Fâzıl, Seyyid Ahmed, Seyyid Hamza, Seyyid Furki, Akufi ve Abdüssamed Fakih bulunmaktaydı. Babası Seyyid Hüseyin Ata’dır.
Seyyid Ali Sultan’ın yaşamı ile ilgili olarak araştırmacılar eserlerinde bazı ufak farklarla aynı tespitleri yapmaktadırlar. Doç. Dr. Bedri Noyan’ın bir eserinde ise Seyyid Ali Sultan ile ilgili şu bilgilere ulaşıyoruz:
“Milâdi 1397 yılında Dimetoka’da dergâh yaptırmış canlar uyandırmıştır. Orada Hakk’a yürümüş ve bu dergâhta sırlanmıştır. Dergâh, Kızıl Deli ırmağı kenarında güzel bir tepe üzerinde kurulmuştur. Bu ırmağın adından dolayı Kızıl Deli lâkabıyla anılmaktadır” denilmektedir. (B. Noyan, 1987:504)
Şevki Koca bir makalesinde Yunanistan, Bulgaristan tarafındaki inanç yapısını anlatırken erkân farklılıklarını aşağıdaki şekilde özetlemektedir: “Balım Sultan evveli Bektaşî erkânı uygulayan Trakya’daki Ehl-i Beyt tarîkatları şunlardır:
1- Seyyid Ali Sultan erkânı uygulayan Kızıl Deli Bektaşîleri, Seyyid Ali Sultan erkânı uygulayan evlâdiye kolu olan Ali Koç Baba Bektaşîleri ve Yeşil Abdâllı, Çarşambalı olarak da adlandırılan toplumda Kızıl Deli erkânı uygulamaktadır.
2- Otman Babaya bağlı olan (Bektaşîler) Babailer olarak bilinmektedirler. Hasköy ve Deliorman bölgesinden gelenler, musahipli ve musahipsiz olarak bilinirler.
3- Akyazılı Sultan bağlı Babai Bektaşîler” demektedir. Adı geçen topluluk üyelerinin evlilik nedeni ile akraba olmaları, eski uygulamalarının yeni şekiller almasına sebep olmuştur. Bazı farklılıkların ise içinde bulundukları sosyal şartlar gereği oluştuğunu tespit ediyoruz. Bilindiği gibi Hacı Bektaş Dergâhı’nda hem Balım Sultan erkânı uygulanmaktaydı, hem de musahipli Alevî erkânı uygulanmaktaydı. Bunun bir benzerinin Kızıl Deli Dergâhı’nda yapıldığını tespit ediyoruz. Sâdık Abdâl’ın şiirlerinde Otman Baba’ya büyük saygı gösterdiğini görmekteyiz. Otman Baba ve Kızıl Deli ocakları günümüzde bile musahip erkânı yapmalarına rağmen, Sâdık Abdâl’ın musahiplik ile ilgili bir tek söz söylememiş olmasından daha sonra Balım Sultan Erkânı denilen uygulamanın sistemleşmemiş bir halini uyguladığı kanaatine varıyoruz.
Sâdık Abdâl Dîvânı’nda Kızıl Deli Ocağı müntesipleri tarafından çok özel bir önem verilen, meydan evlerinde temsili makamına oldukça saygılı davranılan Kara Baba’nın ismi de geçmektedir. Kara Baba’nın asıl adının Hızır Baba olduğunu, Otman Baba’dan nasip aldığını, fakat Kızıl Deli Tekkesi’nden erkân gördüğünü, Akdeniz yakınında Taşlık Mevkii’nde yerleştiğini bildirmektedir. (V. 6 a) Burası şu anda Edirne’nin Meriç İlçesi’nin, Nasuh Bey Köyü’dür, üzerinde tarihi olmayan Osmanlıca bir kitabe bulunmaktadır. Kara Baba adında başka dergâh ve türbeler varsa da, diğer tarîkatlara ait veya makam olduğunu tespit ediyoruz. Bektaşî halifebabalarından Turgut Koca’nın, Mustafa İç’le Nasuh Bey Köyü’ne 1991’de yaptıkları ziyaret sırasında, bu dergâhta yatan kişinin asıl isminin “Kara Hızır Baba” olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Bedri Noyan bir eserinde; “Uzunköprü Meriç ilçesinin ve Meriç Irmağı’nın kıyısında bir tekke bulunmaktadır. Bu tekkeye Kara Baba da derler. Bu zatın yatırında iki mezar vardır. Biri Kara Baba diye anılan Kara Hızır Baba’ya, öteki Anabacı olan Pakçe Sultân’a aittir. Bu yatır ahşaptır. Tavanının tam ortasında, madenî bir Hüseynî on iki terkli tac bulunmaktadır. Bu zat, Seyyid Alî Sultân halîfelerindendir. Yatır ormanlık içindedir.
Seyyid Alî Sultân Vilâyetnâmesi’ne göre Rumeli’ne geçen Kırklar bu mezra’ada konaklamışlardır. Kara Hızır Baba’nın bir Hayrabolu’da bir de Kırklareli’nde makamları vardır. Burada ayrıca bir Meydân Evi de vardr. Yatıra yakın iki muhib köyü de bulunmaktadır. Kara Baba Yatırı’nda her pazar on, yirmi kurban tığlanır [kesilir]. Zâhir ve bâtın olarak bütün Trakya halkının kutsal bildiği bir yeridir” demektedir (B.Noyan 2006:168-169).
Sâdık Abdâl döneminde dahi Kızıl Deli Dergâhı’nın halife makamı veya halife makamı seviyesinde göründüğü, bu nedenle Hızır Baba’nın buradan halifelik aldığı sonucuna varıyoruz. Hâlbuki aynı şiirde Hızır Baba’nın, Otman Baba sırrı olduğu bildirilmektedir, fakat bu kendisine yetmemiş olmalı ki, Kızıl Deli Dergâhı’ndan ayrıca erkân görmek ihtiyacı hissettiğini, sonra tekkesini açmak üzere ayrıldığını tespit ediyoruz.
Kara Hızır Baba’dan bahsederken başında Bektaşî tacı vardı (V. 6 a ) sözü ile o yüzyıllarda da Bektaşîlerin diğerlerinden ayırt edilmesi için farklı bir taç taktıkları anlaşılmaktadır.

Kara Baba ana mahlas dediler
Ki bâtın ol ganî şâh idi vâhib

Ona mahlas olarak Kara Baba dediler.
Bâtında o cömert bir şâhtı.

Serinde tâc-ı Bektaşî idi hem
Tamâm ol nûr idi hem kevne sâhib

Başında Bektaşî tacı vardı.
O oluş sırrına sahip bir nur idi.

Gelip Kızıl Deli Tekkesi’ne ol
Tamâm erkân idüp icrâ esâlib

Kızıl Deli Tekkesi’ne gelerek.
Üslûbunca erkân icra etti.

Seyyid Ali Sultan Dergâhı’na yaptığımız ziyarette mezar taşlarının büyük kısmı Hüseynî taçlı olduğu ve çoğunda “baba, derviş”, sözünün haricinde “seyyid” ibaresi bulunmaktadır. Buradan seyyid soylu pek çok insanın bu dergâhta hizmet ettiği sonucuna varıyoruz.
Sonuç olarak belgeler ve çevirdiğimiz eser Seyyid Ali Sultan’ın, Hacı Bektaş Veli’nin akrabası olduğunu göstermektedir. Hacı Bektaş Veli’nin Balkanlardaki en önemli temsilcilerindendir. 1310 yılları civarında doğmuş ve 1412 yılları civarında vefat etmiş Bektaşî azizlerindendir. Rumeli fethinde büyük yararlıklar göstermiştir. Kendi adına kurduğu dergâhta çok önemli babalar ve şairler yetişmiştir. Tekke bu bakımdan döneminin çok önemli bir ilim merkezi durumundadır. Pek çok şair ve baba buradan yetişmiş başka yerlerde dergâhlar açmıştır. Bektaşîlik tarihini doğru tespit edebilmemiz için Seyyid Ali Sultan’ın kimliği, dergâhı ve buradan yetişenler tarihsel yönden daha ayrıntılı incelenmelidir.

e- Sâdık Abdâl Dîvânı’ndaki Bazı Ayrıntılar

Sadettin Nüzhet Ergun’un da tespit ettiği gibi Sâdık Abdâl’ın şiirlerinde Vîrânî’dekine benzer hurûfî ögelerine rastlanmamakla birlikte dîvânında bulunan toplam şiir altmış altı adettir ve kendisinin altmış altı günde yazmış olduğunu bildirmesi (V. 36 a) ebced ve hurûfîlik hakkında bilgisi olduğunu düşündürmektedir. Daha sonra başka şiir yazıp yazmadığı ile ilgili bilgiye ulaşamıyoruz. Dîvânı genellikle nasihat içeriklidir. Şiirlerinde bazen kendisine, bazen de karşısındakine nasihat etmektedir. Velîlerin kimden irşad olduğunu, dolayısıyla kimin sırrı olduğunu şiirlerinde anlatmıştır. Hazret-i Ali’nin yüceltilmesi bugünkü Bektaşîliğin anladığı şekli ile Şâh-ı Merdân olduğu ve ondan sonra gelenlerin Hazret-i Ali’nin sırlarını taşıdığını, Kızıl Deli’nin ise bu manevi zincirin bir halkası olduğunu bildirmektedir. Hazret-i Ali’ye bâkî saltanatın verildiğini, kutbiyet emanetinin ise Kızıl Deli’ye geçtiğini, bu sayede Rumeli’de pek çok mucizelerin görüldüğünü bildirmektedir.
Metinde “baba, derviş, âşık, muhib” sözleri bulunurken, “halifebaba, dedebaba” sözleri geçmediği gibi sadece “dede” sözcüğüne de rastlanmamaktadır. Halifebabalık ve dedebabalık kurumu Balım Sultan tarafından oluşturulduğu ve Sâdık Abdâl o döneme yetişmediği için dedebaba veya halifebaba sıfatlarına şiirlerinde yer vermemiş olduğunu düşünüyoruz. Günümüzde de aynı canlılığını koruyan, Bektaşîliğin mertebeleri olan âşıklık, muhiplik, dervişlik, babalık sözlerinin o gün de bugünkü anlam çerçevesinde kullanılmakta olduğu şiirlerinden yola çıkarak tespit etmekteyiz. Yirminci yüzyıl Bektaşî halifebabala¬rından Turgut Koca, bir eserinde Balım Sultan’dan şu sözlerle bahsetmektedir: “Bektaşîlik tarihinde, Hacı Bektaş Veli’den sonra hemen Balım Sultan akla gelir. Bektaşîliğin ikinci kurucusudur, bu nedenle Pir-i Sâni adıyla anılır. Bugünkü Bektaşîliği düzenleyen büyük bir azizdir. Yol ve yönteme ait Erkânâme veya Kanûn-ı Evliyâ adlı tüzük içeriğinde bir ilmihâl kitabı vardır. Bu tüzük, Bektaşîliğin eskimesini önlemiş ve yeni kuşaklara aktarılmasını kolaylaştırmıştır” denilmektedir (T. Koca 1990:125).
Bedri Noyan Dedebaba da bir eserinde “Bektâşîliğin XV. yüzyılda, yani tarîkatın ikinci kurucusu sayılan Balım Sultan’dan önce, bütün âyîn ve erkânı, töreleri ve yöntemleriyle kurulmuş olduğu, bugün bir tarih gerçeği kabul edilebilir. Bektâşîlik tarihinin ikinci dönemi Balım Sultan’la başlar”(B. Noyan 1998:150).
Bektaşî çevrelerindeki genel kanaat ise, Balım Sultan’ın Hacı Bektaş Veli yolunu değiştirmediği, aksine bozulmaya doğru gidiş olmaması için kayıt altına alıp daha sistemli hale getirdiği, erkânnâme oluşturarak gelecek nesillere sağlıklı ulaşmasına sebep olduğu şeklindedir.
Ayrıca, Bektaşîliğin Balım Sultan’dan itibaren tarîkatlaştığı söylenirse de, Sâdık Abdâl şiirlerinin büyük kısmında Bektaşîliği tarîkat olarak ifâde etmektedir. Dergâhtaki dervişlerin nefis mertebelerini geçtiğinden, yüceldiğinden sıklıkla bahseder. Dünya nimetlerinin kölesi olunmaması gerektiği her fırsatta ifade edilerek bir sûfî Bektaşîlik anlayışı ve yaşam tarzı anlatılmaktadır. Bu durum karşısında burada yetişen dervişlerin iyi eğitim aldıkları sonucuna varıyoruz.
Sâdık Abdâl’ın zâhid dediği kaba sofuları eleştirmekten çekinmediği, onların kâmil insanların önünde bir engel olduğunu sıklıkla söylediği görülmektedir. Onların ikiyüzlülükle namaz kıldıklarını, sûfilerin her an riyazette olmalarının doğru olmadığını, aksine riyakârlık olduğunu bildirmektedir. (V. 14 b)
Namaz sözü iki beyitte geçmekte ve gerçek namazın samimi dua olduğunu bildirmektedir. (V. 29 a ) Oruç, hac gibi temel kavramlara ise sebebi bilinmemekle beraber yer vermediği görülmektedir.
Dîvân-ı Sâdık adındaki bu çalışmamızda Seyyid Ali Sultan ve Hacı Bektaş Velâyetnamesi’nde geçen bütün hikâyelerin, Makâlât’ta bulunan tüm düşüncelerin şiirsel anlatımları eserde görülecektir.
Eserde, Seyyid Ali Sultan Dergâhı’nda Kara Baba’ya çerağ, sofra, taç verildiği bildirilmektedir. (V. 6 a) Bu erkânın bir benzerini Hacı Bektaş Veli’nin uyguladığını görüyoruz. Konu ile ilgili olarak Abdülbaki Gölpınarlı eserinde:
“Hicrî 1038’den 1060’a kadar (1628-29 – 1650) Hacı Bektaş tekkesinde dedebabalıkta bulunan Halil Vahdeti Baba’nın tercîinde,

Cihâr-darb ile anındır elif ü tıyg u tırâş
Ser ü rîş ile bürût oldı dilâ hem dahı kaş

dendiğine göre ihtimal Hacı Bektaş da kendisine intisap edenleri cihâr-darb ettirmede, yani saçlarını, sakallarını ustura ile traş ettirmededeydi. Traştan sonra müridin başında ne varsa ve nerede olursa olsun, orada başındakini çıkarıp tekrar giydirerek mezidliyor, yani tekbir ediyor. Bütün tören bundan ibaret. Halifelik verdiği kimselereyse sofra, çerağ, alem ve seccade veriyor” (A. Gölpınarlı 1990:XXI) sözleri bulunmaktadır. Bu uygulamalar günümüz Balım Sultan erkânını uygulayan Bektaşîlikte de çok ufak farklarla uygulanmaktadır
Abdülbaki Gölpınarlı Yeniçerilik ve Hacı Bektaş ilişkisinin tarihi ile ilgili olarak Otman Baba Velâyetnâmesi’nden yola çıkarak şunları söylemektedir: “Ve ol padişah kulunun üzerine tutup ol kân-ı vilâyet ana ayıttı ki, bu kuşandığın kılıç ve başundağı börk kimin nesidür? Cevap vir deyu sual itdi. Çün ol pâdişâh kulı bu sualin işidicek cevaba gelüp ayıttı ki, bu geydüğüm börk Hünkâr Hacı Bektaş kisvetidür ve bu kuşanduğum kılıç Murtaza Ali kılıcıdur.
Bu soru Fatih devrinde hallerinin şeriat bilginleri tarafından teftişi için Otman Baba dervişleriyle Edirne’den İstanbul’a getirilirken sorulmuş cevabı da alınmıştır. Demek ki Fatih devrinde de Yeniçeriler kendilerini Hacı Bektaş’a mensup sayıyorlar, börklerinin Hacı Bektaş kisvesi olduğunua kâni bulunuyorlar. Hiç şüphe yok ki bu kanaat daha öncelerden gelmededir” (A. Gölpınarlı1990:XXI) sözleriyle bu meseleye önemli bir bakış açısı getirtmiştir.
Bilindiği gibi bir kısım tarihçiler Hacı Bektaş Veli’nin 1271 yılında vefat ettiğini kabul ederler. Günümüz Bektaşîleri onun Orhan Bey zamanına kadar yaşadığını ve Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşunda askerlere hayır dua ettiğine inanırlar. Bu dîvânda Sâdık Abdâl’ın da aynı görüşte olduğunu aşağıdaki şiirinden yola çıkarak tespit ediyoruz:

Şecâ’atle nazar kılmış Yeniçer kullarına ol
Sezâ oldu anınçün anlara ol fırsat-ı Kübrâ (V. 2 b )

Ayrıca, Hacı Bektaş Veli’nin Abdâl Musa’yı gördüğü Sâdık Abdâl’ın aşağıdaki şiirinden anlaşılmaktadır:

Ki zâhirde nazar kılmış ana Sultân Hacı Bektaş
Hakîkat bâtının bil kim anın sırrıdır ey bînâ (V. 3 b)

Dediler ismine Abdâl Mûsâ Sultân bu zâhirde
Velî bâtında ismi çok anı fehm eylemez ednâ

Sâdık Abdâl dîvânında, Hacı Bektaş Veli’nin “Makâlât” adlı eserine övgüde bulunmakta, bu eser içinde geçen bütün öğeleri şiirsel olarak anlatmaktadır. (V 10 b.-27 b) Makâlât’ın şu ana kadar ulaşılmış en eski nüshâsının 1409 yılına ait olduğu bilinmektedir. (A. Yılmaz 2007: 22)

Pîrimizin ol Makâlât’ı yeter
Çâm-ı çem mirât-ı âlem bî-hicâb (V. 4 a)

Sözleriyle “Makâlât” adlı eseri son derece önemsemektedir.

Kaygusuz Abdâl’ın eserinden de bahsederken, anlayabilenler için çok önemli sırları barındırdığını ifade etmektedir.

Gaygusuz’un Dilküşâ’sın ser-ber-ser
Fehm idersen anladın sırr-ı Çalab (V. 4 a)

Sâdık Abdâl şiirlerinde Kızıl Deli’nin lakap, asıl isminin ise Seyyid Ali olduğunu bildirmektedir.

Alî’dir hemân kendisi bil o şâh
Denildi Kızıl Deli hemçün lakab (V. 5 b)

Bütün Bektaşî şairlerinin dîvânlarındaki şiirlerinde Hazret-i Hüseyin övülmekte, Yezid’e lânet edilmektedir. Sâdık Abdâl ise, lânet etmeyenin hayvandan dahi beter olduğunu vurgulanmaktadır. (V. 8 b)
Eserin büyük kısmında nasihatler bulunmaktadır. Tarîkate girmenin, Seyyid Ali Sultan Dergâhı’na dâhil olmanın önemi anlatılmaktadır. Seyyid Ali Sultan Velâyetnâmesi’nde bahsedilen Rumeli’nin fethi, tahta kılıcı, kuru yerden su çıkartması konuları işlendiği gibi Hacı Bektaş Veli’nin akrabası olduğu bildirilmektedir. (V. 12 b) Buradan yola çıkılarak Bektaşîler ve pek çok yazar tarafından kabul edilen Hacı Bektaş Veli’nin evlenmediği, mücerred yaşadığı konusu te’yit edilmektedir. Şevki Koca da eserinde bu konuya değinerek; “Sadık Abdâl bu nefeslerinde Seyyid Ali Sultan’dan nasib aldığını belirterek mücerred Hünkâr Hacı Bektaş Veli ile Seyyid Ali Sultan’ın akrabalıklarını her ikisinin de İmâm Ali sülalesine çıkmasına bağlayarak günümüzde dahi defalarca yenilenen bir yanlışlığı kendi sesiyle bertaraf etmektedir. Bilindiği üzere Hünkâr Hacı Bektaş Veli Hazretleri 7. İmâm’ın 12. göbekten evlâdıdır” (Ş. Koca 2005:298) demektedir.
Eser dikkatle incelendiğinde halk tipi İslâm anlayışının ilerisinde sûfî Bektaşîlik yaşam tarzı ve inancı anlatılmaktadır. Aşağıdaki şiirler incelendiğinde bütün Bektaşî şairlerinin, ârîflerinin farklı yüzyıllarda aynı bakış açısına ve aynı tarz algılamaya sahip olduklarını görmekteyiz. Bu da bize Bektaşîlik inancının ve uygulama pratiklerinin aslına uygun yaşandığını göstermektedir.

Aşağıdaki şiirler bu tespitimizi doğrulamaktadır. On altıncı yüzyılda yaşamış olan Bektaşî şairlerinden Hayâlî’ye aittir.

Cihân ârâ cihân içredir, ârâyı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler

Harâbât ehline dem-i ferdâdan dem urma, gel ey zâhid
Ki, onlar ibn-i vakt olmuş, gam-ı ferdâyı bilmezler (T. Koca 1990:99)

diyerek balıkların denizde yaşadıklarını ama denizi göremediklerini, kâmil insan mertebesine ulaşanların gelecek kaygısından kurtulduklarını anlatır. On yedinci yüzyılda yaşamış olan Bektaşî şairi Bedrî ise,

Fakr-ı hâlde ey dil âbâdî kılan Bektaşîdir
Hırkapûş olmuş velîkin kâm alan Bektaşîdir

Ziynet-i dünyâyı terk idüp abâpûş oldular
Nâr-ı aşkullaha yanup yakılan Bektaşîdir (T. Koca 1990:239)

diyerek Bektaşîlerin her şart altında gönüllerini dolduran ilâhî aşk ile mutlu olduklarını anlatmaktadır. On sekizinci yüzyılda Seyyid Alî Sultân Dergâhı’ndan nasip almış olan Bektaşî şairlerinden Gurbî ise;

Bahs-i ilm’e gelicek kıyl ile kaal eyleyemem,
Her ne derlerse desün Hak bu, cidâl eyleyemem.
Çok belâdır başa yâhû cem’-i mâl eyleyemem,
Tövbeler bir dahî ben arz-ı kemâl eyleyemem
Ne alandan haberim var, ne satandan haberim,
Kendim idrâk edeliden beri sersem gezerim (B. Noyan 1998:127).

diyerek, benzer şeyleri anlatmaktadır. On dokuzuncu yüzyıl şairlerinden Ispartalı Seyrânî bir şiirinde,

İlm-i ledün çeküp sekrân olur Bektaşîler
Evvel âhir sırrına seyrân olur Bektaşîler
Lenterânî fehmine İmrân olur Bektaşîler
Şehr-i dilde Tûr-ı Mûsâ kân olur Bektaşîler
Hırka içre ser çeküp pinhân olur Bektaşîler
Sûretâ ehl-i harâbât cân olur Bektaşîler (T. Koca 1990:427)

diyerek Bektaşîlerin ledün ilminin sarhoşu olduklarını, onların dış görünüşlerine bakıp aldanılmamasını hatırlatır. Yirminci yüzyılda Kâzım Baba bir gazelinde,

Harâbât ehliyiz yahu bu gün biz ibn-i vakt olduk
Yetiştik vahdet-i sırfa kamu envâr ile dolduk

Tecelli eyledi dîdâr ne mâzi var ne istikbâl
Fenâ fillâh olup Hakk’ın cemâl-i pâkini bulduk

Gece gündüz niyâzım var Hüdâ’dan gâfilim sanma
Gönül Kâbe imâmım hak salât-ı dâ’ime uyduk (T. Koca 1990:751)

sözleriye harâbât ehli olduklarını, zamandan ne gelirse ona rıza gösterdiklerini, dîdâra kavuşunca geçmiş ve gelecek korkusundan kurtulduklarını, gece gündüz Allah’a yakarışta bulunduklarını, bu nedenle her an namazda olduklarını söylemektedir. Yirminci yüzyıl Bektaşî şairlerinden Turgut Koca Halifebaba bir şiirinde,

Bende-i aşkın olalı zevk-i cihândan geçtim
Mâsivâdan soyunup nimet-i nândan geçtim
Cebel-i aklı bıraktım reh-i zândan geçtim
Mazhar oldum ebede vakt ü zamandan geçtim
Kalmadı bir hevesim kevn ü mekândan geçtim (Ş. Koca 1999:132)

mısralarıyla ilâhî aşk ateşi kendisini sarınca dünyanın zevklerinden geçtiğini, dünya nimetlerinin esiri olmaktan, zaman ve mekân kaydından kurtulduğunu anlatmaktadır.
Sâdık Abdâl’ın da, aşağıdaki örneklerde olduğu gibi, benzer düşünceler ve inançları yaşamının merkezine koyduğunu görmekteyiz.

Zihî zulmetde kalmışsın uyan bu hâb-ı gafletden
Fenâ mülkü sana hîç pâydâr olmaz ebed lâ lâ

Karanlıkta kalmışsın, bu gaflet uykusundan uyan.
Hayır, hayır bu geçici dünya ebediyen sana da kalmaz

Bu beş günlük safâdan geç bulasın devlet-i dâ’im
Hemân imrûz Hak’ı bul kim bulamazsın anı ferdâ

Sürekli huzuru bulmak istiyorsan bu beş günlük dünya safasından vazgeçmelisin. Hemen bu gün Hakk’ı bul, onu gelecekte bulamayabilirsin.

* * *

Cihânda ehl-i Hak oldur ki esrârın nihân eyler
Olar Hak’dan berîdir bil eden nâ-ehle sırr izhâr

Cihânda Hakk ehli odur ki, sırlarını gizler.
Onlar Hakk’ın sırlarını ehli olmayana açıklamayanlardır.

Eyâ Sâdık sadef gibi derûnunda nihân eyle
Selâmet sâbir olmakdır dahi hıfz eylemek esrâr

Ey Sâdık, sadef gibi o asrı içinde sakla.
Kurtuluş sabır iledir ve sırları muhafaza etmektir.

Böylelikle Sâdık Abdâl’ın Bektaşîlik inancında buldukları ile daha sonraki yüzyıllarda gelen Bektaşî babalarının aynı şeylere hayranlık duyduğu, aynı yaşam tarzını kendilerine rehber ettiklerini görmekteyiz.
Bektaşî sözünün 16. yüzyıldan daha önceleri kullanılmadığı söylenirse de, aşağıdaki beyitte Sâdık Abdâl’ın yücelterek kullandığı görülmektedir.

Ki Bektaşî Hak ile Hak demekdir
Hemân oldur bilirsen sana nâfi (V.21 b)

Sâdık Abdâl’ın aşağıdaki şiirlerinden, Hacı Bektaş Veli zamanında bir sistemin, uygulama pratiğinin kurulduğu, Bektaşîliği bir tarîkat olarak gördüğü sonucuna varıyoruz.

Hidâyet râhı Bektaşî tarîki
Eder sâlikleri sultân bî-fân (V. 30 b – 28 a )

Âşık isen râh-ı Bektaşîye gel
Cân ile kıl bu tarîke ragbeti (V. 34 a )

Gözün aç tarîke duhûl et bu dem
Tarîkat visâle bulursan sebeb (V. 4 b )
* * *
Ki ya’nî Hacı Bektaş-ı Velî matlûb-ı ol kevneyn
Mine’l-evvel ille’l-âhir ana olmaz ebed inkâz

Ser-â-pa nûr idi ol âlemin bi’l-cümle maksûdu
Penâh-ı ilticâmız ol hem andan dileriz a’vâz

Müşerref hânkâh-ı Ka’be-i ulyâ ale’t-tahkîk
Münevver hem tarîk-i keşti-i Nûh anla bî-enkâz (V. 18 a )

sözleriyle Hacı Bektaş Veli’nin dergâhının hakiki Kâbe olduğunu, Nûh’un gemisi gibi olan tarîkatın yıkılmayacak şekilde nurlandığını anlatmaktadır.

Tarîkat sırrına ermiş iken oldunsa sen âsî
Melâ’ik ins-i kâmiller sana yûf diyeler tevhîf (V. 23 a )
mısralarıyla bu tarîkate girmişken âsilerden olanlara melekler ve kâmil insanlar “yuh” derler diyerek, Bektaşî Tarîkati’nin önemini anlatmaktadır.

Her ulüvvi tâc-ı Bektaşî giyerler sâdıkân
Râh-ı Hak’dır ol tarîki andan isterler kirâm (V. 28 a )

sözleriyle Hacı Bektaş Veli yolunun Hakk’ın yolu olduğunu, sâdık ve ulu kişilerin onun tarîkatine girip Bektaşî tacını giyerek yüceldiklerini anlatmaktadır.

Ki Bektaşî tarîkinde bana şâh
Fu’âdım buldurup şimdi nümâyân

Hidâyet râhı Bektaşî tarîki
Eder sâlikleri sultân bî-fân (V. 30 b )

mısralarıyla Sâdık Abdâl, şâhın lütfuyla Bektaşî tarîkatinde gönlündeki güzellikleri fark edip tatmin olduğunu, kurtuluş yolunun ise Bektaşî tarîkati olduğunu, ona dahil olanların sultan olacağını bildirmektedir. Bununla beraber Hacı Bektaş Veli’nin Bektaşîliğin kurallarını gösterdiği, uygulamalarını yaptığı bilinmekle beraber, “Bektaşî Tarîkati” şeklinde bir isimlendirmenin muhtemelen kendisinin vefatından hemen sonra konulmuş olması ihtimali yüksektir.

Şair, Hacı Bektaş Veli’nin sâdık bir bendesi olduğunu aşağıdaki şiirinde belirttiği gibi;

Hacı Bektaş Velî’yi anla bil
Bendesi ol tâ bulasın rif’atı
diyerek dervişlerin bâtın padişahı olduğunu bildirmektedir. Bu düşünceyi Hacı Bektaş Veli eserinde şu şekilde ifade etmektedir:
“Bil ki, dervişlik ezelî bir saadet ve ebedî bir devlettir. Her kim sır sahibi olursa Yüce Allah on sekiz bin âlemi kendisine sunar ve on sekiz bin âlem onun emrinde olur.”(M.Gaybiyye 2004:49)

Bâtınen sen pâdişâh bil dervîşi
Cânib-i Hak’dan olarak kudreti (V. 34 b)

Sözleri ile yaşamı arasında çelişki gördüğü zâhidleri rüşvet yedikleri için eleştirir.

Da’vi kılma ehl-i îmânam deyu
Zâhidâ çün ekl edersin rüşveti (V. 35 a )

Sâdık Abdâl esmaü’l-hüsnânın bir kısmını şiirlerinde konu edinmiş olduğunu görmekteyiz.

Eder var dahi yok kamuyu tamâm
Kadîr ol Kavîdir Mucîb ol Vahab (V. 4 b)

Hudâ zâtı birdir o kâ’im Çalab
Anın misli yok bil ehaddir o Rab (V. 4 b)

Kızıl Deli süreklerinin erkânnamesindeki Kara Baba, Hımat, musahiplik (R. Balkan 1989:28-31-41-88), gibi uygulamalar babagânlıkta olmadığı gibi, ayrıca derviş kelimesinin anlamı da farklıdır. Kızıl Deli Süreği’nde derviş yola giren kadın erkek herkes için kullanılan bir sözdür. Babagân Bektaşîlik’te ise yola girmeden önceki dönemine âşık, nasip aldıktan sonra muhip, can veya bacı denilir. Dervişlik, babalık, halifebabalık, dedebabalık aşamaları daha sonraki mertebelerdir. Babagân Bektaşîler, dünyaya insanların tek gelip, tek olarak gideceğinden yola çıkarak nasip verirken meydana tek olarak alır. Orada bulunan herkes yeni nasip alan canın musahibi durumundadır. Bu yönüyle Anadolu Alevîliği’nden ve Kızıl Deli Sürekleri’nden farklı bir uygulama biçimidir. Bedri Noyan bir eserinde Kızıl Deli Süreklerinden bahsederken: “Bunların hepsi Dimetoka civarından göç ederek gelmişlerdir. Yalnız, Eski Dimetoka vakfı sayılan Uzunköprü halkı göçmen olmayıp yerlidir. Bazı Kızıldeli Süreği, görünüş bakımından hemen hemen Bektâşî gibidir. Yalnız bilgi ve anlayış yönünden ilkel olup, bütün bilgileri Seyyid Alî Sultân’ın (Kızıl Deli Sultân) menkıbelerine dayanır. Âyinlerinde tüm ritüel sazla yapılır. Çok ilginç sema’ları vardır(…) Kendilerine Bektâşî derler, evlenmeyene nasib vermezler, dışardan hiç bir kimseye de nasib vermezlerdi” (B. Noyan 2006:168) sözleri geçmektedir. Babagân Bektaşîlik’te aynü’l-cem’de semah da yapılmaz. Bu farklılıklar inanç yapılarının ana başlıklarında fark olmamasına rağmen, onu kavrama, tasavvufi derinlik ve uygulama pratikleri arasında farklılıklar gözlemlenmektedir.

f- Sâdık Abdâl Dîvânı’nda Geçen İnanç ile İlgili Bazı Kavramlar, Yer ve Şahıs İsimleri

Metin içinde “Dünya’nın geçiciliği, mâ-sivâ, şâh, Muharrem ayları, Hakk, Allah, Hudâ, Çalab, havf u recâ, derviş, aşk, Yezdân, zü’l-cemâl, zü’l-celâl, zü’l-kuvve, Kâ’be, velâyet, mürşid, riyâzât, Bektaşî tâç, tâc-ı ulvî, On İki İmam isimleri, Hacı Bektaş Veli, Abdâl Musa, Kaygusuz Abdâl, Seyyid Ali Sultan, Otman Baba, Hızır Baba, Kara Baba, Gani Şâh, Hind, Sind, Hüseyin, Yezîd, Fatih-i Rûm, Yeniçeri, Süleyman, Makâlât, Dil-güşâ, Akdeniz, Taşlık Köyü, Hüdâ, Yusûf, İsa, Yahya, Rumeli, Karapınar, Zü’l-fikâr, Mecnûn, Ay, Gün, dü kevn, Nuh, Karûn, Nemrûd, Firavn, Horasan, Mehdî ins-i kâmil, İskenderiye ” sözleri geçmektedir.

Sonuç:

Sâdık Abdâl’ın kullandığı dil ve üslup ile şiirlerindeki tasavvufî incelik ve derinlikten yola çıkarak Seyyid Ali Sultan Dergâhı’nın Balkanlar’daki çok önemli bir tekke ve zamanının ilim merkezi olduğu sonucuna varıyoruz. Seyyid Ali Sultan Velâyetnâmesi’nde bahsedilen kerâmetlerin, ondan nasip almış olan Sâdık Abdâl tarafından şiirlerine konu olması, velâyetnâmelere olan önyargılı, şüpheli bakışlara açıklık getirecek niteliktedir.
Bektaşîliğin on beşinci yüzyılda da tasavvufî bir inanç yapısı olduğu, ârîf insanların bu şekilde algılayıp yaşamlarına uyguladıkları bir kez daha gözlemlenmektedir. Yüzyıllar geçse de, inançların kurallarının yazılı olduğu belgeler günümüze ulaşmasa da, Bektaşîliğin aslından uzaklaşmadığını görmekteyiz.
Balım Sultan’dan önce “Bektaşî Tarîkati” sözü yoktu iddialarının yanlış düşünceler olduğu gözler önüne serilmektedir. Hacı Bektaş Veli’nin, Abdâl Musa’nın, Kaygusuz Abdâl’ın eserlerinin ve yaşamının dergâhlarda okunmakta olduğunu, “Makâlât” adlı eserin Bektaşîler için yol içi eğitimi olduğunu, içinde geçen kavramların on beşinci yüzyılda da aynı bugünkü şekli ile algılanmakta olduğunu, velâyetnâmelerdeki hikâyelerin o zaman da aynı şekilde bilindiğini bir kez daha te’yid etmektedir. Yukarıda bahsettiğimiz konular açısından Sâdık Abdâl Dîvânı’nın özellikle 15. yüzyıl Bektaşîliği açısından karanlıkta kalmış pek çok konuya cevap verecek nitelikte bir eser olduğu düşüncesindeyiz.


Kaynakça

El Yazmalar:
Konya Bölge Yazmalar Müdürlüğü, No: 894-35.1

Kitaplar:

Balkan, Ramazan (1989), Bilinmeyen Gerçekler Erkânnâme ve Gönül Yolu, Gümüş Matbaası, İstanbul

Develioğlu, Ferit (1998), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitapevi 15. Baskı, Ankara
Gölpınarlı, Abdülbaki (1990) “Vilâyet-nâme, Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş Veli” İstanbul, İnkılâp Yayınları

Hacı Bektaş Veli (2004), Makalat-ı Gaybiyye, Kelimât-ı Ayniye, Ankara Gazi Üniversitesi Hacı Bektaş Araştırma Merkezi

Kanar, Mehmet (1998), Büyük Sözlük Farsça Türkçe, Birim Yayıncılık

Koca, Şevki (1999), Es-Seyyid Halife Koca Turgut Baba Dîvânı, İstanbul, Nazenin Yayıncılık

Koca, Şevki (2005), Bektaşîlik ve Bektaşî Dergâhları, Cem Vakfı Yayınları 12, İstanbul

Koca, Turgut (1990), “Bektaşî Alevi Şairleri ve Nefesleri (13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar)”, İstanbul Maarif Kitaphanesi ve Matbaası Aş.

Noyan, Bedri Dedebaba (1987), “Bektaşîlik ve Alevilik Nedir”, Ankara

Noyan, Bedri Dedebaba (1998), “BütünYönleriyle Bektaşîlik ve Alevilik ”, Cilt 1, Ardıç Yayınları, Ankara

Noyan, Bedri Dedebaba (2006), “BütünYönleriyle Bektaşîlik Ve Alevilik ”, Cilt 7, Ardıç Yayınları, Ankara

Özmen, İsmail (1998), Alevî-Bektaşî Şiirleri Antolojisi, Cilt 1, T.C. Kültür Bakanlığı, Ankara,

Saltık, Veli (2004), İz Bırakan Erenler ve Alevî Ocakları, Kuloğlu Matbaacılık, Ankara

Sâmi, Şemseddin (1317), Kâmûs-ı Türkî, Çağrı Yayınları, Dersaâdet
Yıldırım, Rıza (2007), Seyyid Ali Sultan Velâyetnâmesi, TTK, Ankara

Yılmaz, Ali (2007), Makâlât-ı Hünkâr Hacı Bektaş Veli, Türkiye Diyânet Vakfı, Ankara

Makaleler:

http://www.haberakademi.net/haberyaz.asp?hbr=806

Sözlü Kaynaklar:

Ali Kaykı
Müslüm Çolak

1. Sayın Ali Kaykı arşivinden alınan ve türbede bulunan mezar taşı fotoğrafında Osmanlıca “Merhûm ve mağfûrleh Kara Baba rahmeten lillah aleyha rızaen lillah el fâtiha” yazılmış ve tarihi konulmamış olduğu tespit edilmiştir.
2. Eski yazıda “Allah” lafzının ebced değerleri altmış altıdır. Bu şekilde Allah rızası ve izni ile bu şiiri yazdığını sembolle anlatmaya çalışmakta olduğunu görüyoruz.
3. Bugün Arnavutluk sınırları içinde olan İşkodra kentidir.