BEKTAŞİLİK VE ALEVİLİKTE HIRKANIN ÖNEMİ
Dursun GÜMÜŞOĞLU
Özet
İnsanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar her zaman düşünceler, inançlar gibi soyut şeyler sembollerle ifade edilmeye çalışılmıştır. İslam’ı varlığın birliği temelinde açıklayan anlayış ve felsefeye bağlı bir yorumu olan tasavvufun da bunun dışında kalması mümkün değildir. Bu anlayış temelinde anlatılmak istenenler bazen açık bazen dolaylı şekillerde ifade edilmiştir. Bunu yaparken sözlü anlatım ve bedensel birtakım hareketlerin yanı sıra özel giysi ve eşyaların da kullanıldığı görülmektedir. Tasavvuf tarihi boyunca hayderî, tennure, rida, asa, seccâde, post, taç, kemer ve hırka gibi semboller, tarikatların algılama ve kabullerine göre hep var olmuş ve bunlara çeşitli anlamlar yüklenmiştir. Günümüzde Alevilik ve Bektaşilik bazen birlikte bazen ayrı ayrı telaffuz edilmektedir. İslam’ın tasavvufî bir yorumu olan Aleviliği ve Bektaşiliği de yukarıda adı geçen sembollerden ayrı düşünmek mümkün değildir. Zamanımıza ulaşan fotoğraflarda Bektaşi babalarının Kisve-i Ruhânî veya Libâs-ı Fâhire olarak isimlendirdikleri giysileri, dinî törenlerde ibadet esnasında kullandıkları bilinmektedir. Günümüzde de Bektaşi babaları bu kıyafetleri aynı amaçlarla kullanmaya devam etmektedirler. Anadolu Aleviliği, diğer bir ifadeyle Kızılbaşlık olarak tabir edilen toplulukların inanç önderleri olan dedelerin de hırka, taç gibi sembolleri vaktiyle kullanmış olmalarına, literatürlerinde bulunmasına rağmen günümüze ulaşmadığı, kesintiye uğradığı görülmektedir.
Bu çalışmada, belge ve kaynakların ışığında mutasavvıflara göre tasavvufî sembollerden biri olan hırkanın; ayet, hadis ve menâkıbnâmelerdeki izleri, önemi, tarihsel dayanakları, kullanılma nedenleri ve Alevilik ve Bektaşiliğin yanı sıra diğer tasavvufî ekollerin meseleye nasıl baktıkları üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Bektaşilik, Alevilik, tasavvuf, tarikat, hırka, semboller.
IMPORTANCE AND THE PLACE OF HIRKA’ IN
ALEVİSM AND BEKTASHISM
Abstract
From the beginning of human history, the beliefs and thoughts have been explained by symbols. It is not possible for Sufism to stay out of out of this cannon, since it improves an understanding and interpretation of Islam. Certain things have been expressed directly but sometimes indirectly. Symbols like “hayderî, tennure, rida, asa, seccâde, post, taç(crown), kemer, hırka” have always existed in the history of Sufism according to the sufi perception of Sufi orders’s perception and they have been donated with certain meanings
In this article,we will try to point out the importance of “hirka” (the dervish coat) in hadiths, verses, sagas, historical proofs, reason of usage, understanding in different sufi orders.
Today, Alevism and Bektashism are sometimes mentioned in the same manner and sometimes separately. As a sufi interpretation of Islam; Alevism and Bektashism cannot be separated from symbols. Bektashi baba costumes called “Kisve-i Ruhânî” or “Libâs-ı Fâhire” are clearly seen in the old photos during they practices of rituals and religious ceremonies. Today, bektashi babas keep wearing the same costumes for the same purpose. The dedes, religious leaders of Anatolian Alevism, in other words “Kızılbas” communities, also used the dervish coat and crown during history. But later, this tradition has been interrupted and cannot be seen today despite its existence in literature in the litterature. Hirka issue will be examined in this article from the view of Alevism, Bektashism and other sufi orders related to documents and resources.
Keywords: Bektashism, Alevism, Sufism, Tariqah, Crown, Symbols.
Giriş
Islam dini, insanın ruhen olgunlaşmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Kur’an-ı Kerim’deki Yusuf Suresi 2, Enbiya Suresi 10-28., Yunus Suresi 24.-25., Nur Suresi 1. gibi pek çok ayet; aklın kullanılması, inançlı olunması, tefekkür edilmesi, dengeli yaşanması ve yüksek ahlak sahibi olunması konularını içeren öğütlerle doludur.
Kalbi dünyanın fâni işlerinden ayırıp Allah sevgisine bağlamayı amaçlayan manevi yola tasavvuf veya tarikat denilmektedir. Tasavvufun temellerinin Hz. Mu- hammed döneminde atıldığına ve özellikle Hz. Ali ile devam ettiğine, el almak sure¬tiyle de günümüze kadar kesintisiz ulaştığına inanılır.
Tasavvuf kelimesi, kavram olarak ayet ve hadislerde yer almamakla birlikte anlam ve içerik yönüyle bu ilmin özünü teşkil eden Nahl Suresi 67. ayetinde olduğu gibi “dünyanın geçiciliği, âhiretin ebedîliği, Allah korkusu, iyi ahlâk sahibi olmak” şeklinde özetleyebileceğimiz ideallerin Kur’an-ı Kerim’de ve Hz. Peygamber’in sün¬netinde ısrarla üzerinde durulduğu görülmektedir.
Dünyada hiç kimse bir diğer insanın tıpatıp aynısı olmadığı gibi, düşüncele¬rin, inançların da aynı olması mümkün değildir. Dolayısıyla ne kadar insan varsa o kadar din anlayışı vardır demek isabetli olacaktır.
Toplum içinde her idrak ve zevk seviyesinden insanın olduğu bilinen bir ger¬çektir. Insanların tek tipte yaratılmamış olmasının yüce Allah’ın muradı olarak algı¬lanması gerekir. Buradan yola çıkara, tarihsel süreçte olduğu gibi Tanrı’ya layık kul olmak ve ona ulaşma çabası için yöntemlerin de tıpatıp aynı olması beklenmemelidir.
İslam’ın yorumlardan olan tasavvufi ekoller dinin temel kavramlarım, ibadet algılamalarım kabul etmelerinin yanında kendilerine özgü dinî törenleri, zikirleri, nafile ibadetleri, verdikleri mesajlar açısından kutsal kabul ettikleri giysileri bulun¬maktadır. Tasavvufi oluşum olarak ifade edilen tarikatların da kendilerini diğerlerin¬den farklı kılan “hayderî, tennure, rida, asa, seccâde, post, taç, kemer, hırka” vb. dinî giysileri yüzyıllardan beri mevcut bulunmaktadır.
İlgili çalışmanın ana temasının hırka olması nedeni ile mutasavvıfların bakış açısı ışığında hırkanın tasavvuf ekollerindeki yeri, tarihi, inanç dayanakları, çeşitleri inceleneceği gibi özellikle Alevilik ve Bektaşilikteki anlamı ile günümüze yansımaları üzerinde durulmaya çalışılacaktır.
Bir Tarikat Giysisi Olan Hırkanın Anlamı
Hırka, günümüz dilinde insanları üşümekten koruyan giysi demektir. Eski Türklerde; çapan, şapan, kaftan ve çapkıt kelimelerinin hırka anlamında kullanıldığı bilinmektedir. Dîvân-ı Lügat-i it-Türk’te küçük hırka için çengşü kelimesi kullanıl¬maktadır (Süslü, 1989: 162). Dede Korkut destanında, özel günlerde giyilen kaftan¬dan ve gelinin damata hediye olarak verdiği kırmızı renkli ‘ergenlik kaftanından söz edilmektedir (Süslü, 1989: 159).
Hırka, sözlükte “yırtmak, delmek” manasına gelen Arapçanın “ha-ra-ka” kökünden türemekle beraber, “bez parçası, paçavra” anlamlarına da gelmektedir. Yamamak anlamındaki rak’a kökünden türetilen murakka da hırka anlamında kul¬lanılır (İSAM, 1998: 374). Tasavvufta ise derviş giysisi manasında zühdü sembolize etmek için giyilen elbise olarak kullanılmaktadır. Kalın kumaştan yapılır veya içi pa¬mukla beslenir (Develioğlu, 1998: 363). Bazı kaynaklarda ise, çeşitli kumaş parçaları birbirine dikilerek yapılan elbise olarak ifade edilir (Pala, 2009: 204). Günümü¬ze ulaşmış olan örneklerden anlaşıldığına göre boyları dizkapağının altına gelecek uzunlukta cepsiz yapılırdı.
Hırkanın şekli; zamana, mekâna ve tarikatların yorumlarına göre değişmiş ve pek çok çeşidi ortaya çıkmıştır. Tasavvufta hırka, farklı isimlerle anılmakla beraber genellikle “teberrük hırkası” ve “irade hırkası” olmak üzere ikiye ayrılır. Tasavvu¬fa ilgi duyan ancak henüz bir tarikata intisap etmemiş kimselere giydirilen hırkaya teberrük hırkası denir. Muhib kisvesi, muhib hırkası gibi adlar da verilen bu hırkayı giyenlerin, sûfîlerden feyz alıp onların edebini takınacağı ve sonunda da müridlik hırkasını giyecek bir seviyeye yükseleceği beklenir (İSAM, 1998: 373)
İrade hırkası ise mürid olanlara giydirilen hırkadır (Uludağ, 2001: 167). Mü¬ridin şeyhin elinden hırka giymesi, şeyhinin kendisini dilediği gibi eğitime ve ye¬tiştirme hakkına sahip olduğu, bu eğitimden beklenen faydanın elde edilmesi için müridin kayıtsız şartsız şeyhine bağlı kalmaya söz verdiği, yüklediği görevleri yerine getirmeyi kabul ve ona biat ettiği anlamına gelir. Şeyhin müride hırka giydirmesi sı¬rasında genellikle tekkede bir tören yapılması âdettir. Hırka giydirilme törenlerinde Fatiha Suresi’nin okunduğu bilinmektedir (Öztürk, 1990: 330). Uzak yerlerde bulu¬nan müridlere ise hırka, şeyhin halifeleri tarafından da giydirilebilir.
Hırkanın Tasavvuftaki Yeri ve Anlamı
İnsan, yaratılışı gereği düşünen, düşündüklerinin başka türlü yorumlanabile¬ceğini göz önünde tutan bir varlıktır. Dinin genel doğruları, pek çok insan için yeterli gelirken bazıları için daha fazla ayrıntı bilmek veya bir başka deyişle manevi tara¬fını öğrenmek ihtiyacı oluşur. Konu ile ilgili olarak Yaşar Nuri Öztürk (1990: 44), Peygamber Efendimizden alıntı yaparak şunları belirtmektedir: “Kur’ân yedi nüans üzere indirildi. Onun hiçbir harfi yoktur ki bir zâhir ve bir bâtın mana taşımasın. Ebu Talib’in oğlu Ali’de bu zâhir ve bâtına ait ilim mevcuttur.”
Bu hadis ve geleneksel yorumlar, kişide meseleyi zâhirde ve bâtında öğren¬me merakını geliştirmekte, böylelikle kişinin anlayışına, inanışına en yakın hissettiği tasavvufî ekollerin birisine yönelip girmesiyle sonuçlanmaktadır. Bu durum, toplum içinde el almak, yola girmek, ikrar vermek, intisap etmek, nasip etmek vs. olarak ifade edilir.
Tarikata girmek olarak özetlenen süreçte her sûfî inanışının kendisine ait, diğerleriyle benzeşen veya farkılaşan tarafları bulunmaktadır. Allah’a layık bir kul, topluma yararlı bir insan olmayı amaçlayan müridler kendi düşünce yapılarına uy¬gun tarikatlara girdiklerinde karşılarına çıkan en önemli ortak öğelerden birisi hırka giymektir. Askerlerin, polislerin, doktorların, hukukçuların, işçilerin özel giysileri olduğu gibi tasavvufî ekollerinin de kendilerine özgü kıyafetleri hep var olmuştur.
Hırka giymek konusuna tasavvufun genel kuralları açısından bakıldığında ise, şeyh ile mürid arasında bir gönül bağı oluşması ve talibin mürşidin gösterdiği yol¬dan ilerleyerek nefsin tuzaklarından kurtulmaya çalışmasını ifade etmektedir. Bunun sonucu olarak Allah’a layık mümin-i muvahhid bir kimliğe sahip olunması amaçlan¬maktadır. Eğer bir mürid, bir şeyhin hükmü ve sohbeti altına girer ve onun edebiyle edeplenir, onun hâli ile hâllenirse şeyhin bâtınından müridin bâtınına manevi bir akışın mümkün olduğuna inanılır (Uluç, 2001: 18). Yola giriş, mürşide bağlanmayla beraber aynı zamanda Hz. Peygamber’in sünnetini uygulamak olarak değerlendirilir.
Dolayısıyla müridin giydiği hırka, mürşidi ile arasında yapılan karşılıklı sözleşmenin ifadesidir.
Tasavvufi ekollerden birisine dâhil olmak, Peygamber Efendimizin “Öl¬meden evvel ölünüz.” hadisine istinaden can bedeni terk etmeden insan geçmişte yaptığı günahlara tövbe edip yaşamında yeni bir sayfa açması anlamında yorumlan¬maktadır.
Konu ile ilgili olarak Kara (1992: 32), bir eserinde şunları söylemektedir: “Sûfîlere göre kişinin tasavvufî hayata girişi bir nevi ‘ikinci doğuştur’ bu doğuşla bir¬likte iki türlü temizlik gereklidir. Birincisi, boy abdesti, normal abdest, üst-baş temiz¬liğidir. İkincisi ise fikir ve ruh temizliğini ifade eder. Bu ikinci temizliği gerçekleştir¬mek için yapılacak ilk iş, hata ve günahları terk ederek hakka ve hakikata yönelmek¬tir. Bu, tövbe ile gerçekleşir. Tövbe nedir sorusuna Cüneyd, Günahı unutmandır; Tusterî Günahı unutmamandır şeklinde cevap vermiştir. Cüneyd, devam ederek: ‘Tövbenin üç çeşit manası vardır. Birincisi pişmanlık, ikincisi Allah’ın yasakladığı şeyleri tekrar yapmamaya kesin karar vermek, üçüncüsü ise yapılan haksızlıkları gi¬dermek için çaba sarf etmektir.’ demiştir.”
Tövbe etmenin başlangıcı kabul edilen hırka giyme, Allah’ın rızasını ka¬zanmaya yönelme niteliğindedir. Nasıl ki Yusuf’un gömleği ile Yâkup’un gözleri eski hâline döndüyse, hırka giyen müridin de öylece hakikate ulaşmasına sabır ile vesile niteliğindedir. Hırka, onu giyen kimseler üzerinde farklı anlamlar kazanmaktadır. İyi hâlli Müslümanlar üzerinde şeriatın emirlerine sıkı sıkıya bağlanmayı ifade ederken ârifler için kalp tasfiyesi ve nefis tezkiyesi anlamlarını içermektedir (Uluç, 2001: 25).
VII. ve VIII. yüzyıllarda yaşamış olan bazı zâhidler yün ve çuhadan yapılan, abâ veya sûf denilen kalın ve kaba elbiseler giymeye başlamışlardır. Bu, onların dün¬yaya önem vermedikleri, nefislerinin rahatını düşünmedikleri ve gösterişten kaçın¬dıkları anlamına geliyordu. Giydikleri elbise yünden, yani sûftan yapıldığı için ge¬nellikle sûfî ve tasavvuf kelimelerinin bu kökten geldiği kabul edilir. Böylece hırka giymenin tasavvuf yoluna girmek için aidiyeti belirgin hâle getirmede önemli bir öge olduğu görülmektedir.
Mutasavvıflara Göre Hırka Giymenin Tarihsel Süreci ve Kur’an-ı Ke- rim’deki Dayanakları
Hırka giymek, tasavvufi hayata girişi ifade eden, temeli ilk dönem zahidleri- ne kadar uzanan eski bir gelenektir. Bu gelenek, sûfîlerce; ahit almak ve zikir telkini ile birlikte manevi yola girişin üç temel unsurundan birisi olarak değerlendirilmiştir (Uluç, 2001: 11).
Tarikat ehlinin giydikleri ve taşıdıkları kutsal emanetlerden birkaçı yukarıda da bahsedildiği üzere hulle, destegül, hayderî, tennure, rida, âsâ, sevvaded, post, taç, kemer, hırka olarak özetlenebilir (Âgâh Bin Salih El Îstanbulî, 2005: 121).
Yahya Âgâh Bin Salih El-Îstanbulî (2005: 124), eserinde hırka için, “Adem Sa- fiyullah, Nuh Neciyullah, İbrahim Halilullah, Îsa Ruhullah, Muhammed Habibullah olmak üzere beş peygamber giymiştir” demektedir.
Uluç (2001: 14), yayınlanmamış tezinde hırka için, “Hırka, tasavvuf tarihi¬nin genel kabul gören üçlü taksimi içinde yani; Asr-ı Saadet’ten başlayıp Ma’rûf el- Kerhî’nin vefat yılı olan 200/815 tarihine kadar olan ‘Zühd dönemi’, 200/815 yılın¬dan Abdulkâdir Geylânî’nin vefat yılı olan 561/1166 tarihine kadar olan ‘Tasavvuf Dönemi’, tasavvufun kurumlaşmaya başladığı ve 561/1166 yılından günümüze kadar devam eden ‘Tarikatlar Dönemi’ içinde, temelde aynı olmakla birlikte ayrıntılarda farklı anlamlar kazanmıştır. Zühd dönemi itibarıyla hırka, tasavvufun genelde kelime kökeni olarak türediği kabul edilen sûf, yani kaba, yünlü elbise ile yakın anlamlar ifade etmekte, XI. yy.’dan itibaren hırka ve murakka’nın kullanımı artarken sûfun kul¬lanımının azaldığının gözlendiğini” demektedir.
Îlk dönem zahidleri, Hz. Peygamber dönemindekine benzer bir yaşam tar¬zı sürmek istemişlerdi. VIII. yüzyılın başlarından itibaren, içinde yaşanılan devrin getirmiş olduğu sosyal, siyasal ve ekonomik değişiklikler, zamanın mutasavvıfları tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Bu tepkinin ifadesi de, toplumdan uzak durmak ve dönemin baskın hayat tarzı olan ve bir anlamda sûfîlere göre lüksün simgesi olan şeylerden uzaklaşmak şeklinde olmuştur.
Hz. Ali’nin katledilmesi ve halifeliğin ortadan kaldırılmasını takip eden kar¬maşa, Medine’nin içinde bulunan her şeyin yağmalanması, Şam’daki Emevî idaresinin toplumsal hayata egemen olması gibi sebepler, birçok samimi Müslüman’ın münzevi bir hayata yönelmesine neden olmuş ve bu mistik hayat tarzı da dindarlıkla eşdeğer anlam taşımaya başlamıştır. Bunun somut sonuçlarından birisi de bu inanışta olan¬ların farklı yünden yapılmış bir elbise giyerek düşünce ve inanış yapılarını özgün biçimlerde ortaya koyuşları olmuştur.
Tasavvuf kaynaklarında Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’ini abası altına alması, şair Kâ’b bin Züheyr’e hırkasını vermesi, Kur’an-ı Kerim’deki Yusuf Suresi’nde Hz. Yusuf’un gömleğinden bahsedilmesi, hırka giymenin tasavvuf adabı içinde yer al¬masına delil olarak bahsedilir. Ayrıca peygamberimizin hırkasının Veysel Karani’ye verilmesini vasiyet ettiği yaygın bir inançtır (Uluç, 2001: 41).
Tekke ve zâviyelerin 1925 yılında çıkarılan kanunla kapatılmasının ardın¬dan kılık kıyafet devrimi yapılarak hırka, taç gibi tarikatlara özel giyim şekli de dö¬nemin şartları gereği yasaklanmakla beraber, insanlık tarihinin her döneminde farklı amaçlarla da olsa giyim önemli bir yer tutmuştur.
Kur’an-ı Kerim’de A’râf Suresi’nin 26. ayeti “Ey Âdemoğulları! Şu bir ger¬çek ki size, edep yerlerinizi örtecek giysi de indirdik, süs ve gösterişe yarayacak giysi de… Ama korunup sakınmaya yarayan giysi en hayırlısıdır. işte bu, Allah’ın ayetlerin- dendir. Düşünüp öğüt almaları umuluyor” ve 31. ayetinde “Ey Âdemoğulları! Tüm mescitlerde süslü, güzel giysilerinizi kuşanın. Yiyin, için fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez.” şeklindeki ifadelerin mutasavvıflar açısından hırka giymeye delil olduğunu görülmektedir.
Bazı mutasavvıflar; “Takva elbisesinden maksat zühd sahibi dindar kimsele¬rin elbiseleridir ve muttakîler hırkasıdır. O hırkayı giyen, hırka sayesinde, haramdan, kibirden, nefsin hatalarından kaçınır ve bir nevi perhizdir.” demektedir. İbn-i Arabî ise ayetle ilgili olarak şöyle söylemektedir: Dış elbiseden zaruri olanı, edep yerlerini örtecek olan miktardır ki o da vikâyeden (sakınma, korunma) müştak, takva elbise¬sidir. Süs olarak giyilen elbise ise kendisiyle süslenilen elbise olup Allah’ın ihsan et¬tiği bir ziynettir. Allah bu ziyneti kulları için gaybının hazinelerinden çıkarmış, hem dünya hem de ahiret günü müminlere has kılmıştır (Uluç, 2001: 30).
Allah’tan korkmanın önemi, “Takva elbisesi” giymeye benzetilerek ifade edil-mektedir. Takva elbisesinin giyen kimseyi örterek, giyen kişiyi zararlı şeylerden ko¬ruyacağına inanılır.
Mutasavvıfların hırka giymenin önemine çeşitli şekillerde vurgu yapmalarına ve kendi erkânları içinde uygulamalarına rağmen bunun karşısında olanların varlığı da bilinmektedir. Örnek vermek gerekirse Kuşadalı İbrahim Halvetî, sülûk ve irşad için tekke ve merasime ihtiyaç olmadığını, bunların sonradan ortaya çıkmış şeyler olduğunu belirtmiştir (Öztürk, 1990: 193).
İbn-i Teymiyye ise, iki sebepten dolayı hırka giymeye itiraz etmektedir. Bun¬lardan birisi; Hz.Peygamber’in sadece yünlü elbise giyerek başka çeşit elbise giyme¬mesi gibi bir sünnetinin olmaması, ikincisi ise hırkayı giyen kimselerin, bu elbiseyi şöhret kastıyla giymeleridir. Bu sebeple de çok bayağı elbiseler giyerek insanlara züh¬dünü teşhir eden kimselerle, çok kaliteli elbise giyerek zenginliğini teşhir edenlerin, amacının şöhret olması münasebetiyle ikisinin de aynı olduğunu düşünmesidir. Bu da tabiî olarak Suyûtî’ye kadar niçin bu konuda herhangi bir izahın olmadığı soru¬sunu akla getirmektedir. Böyle bir uygulama niçin 900 yıl saklı kalmıştır? Hırka giy¬mek, fıkıh usulü deyimiyle umûm-ı belvâ, yani toplumun genelini ilgilendiren bir iş olmasına rağmen, acaba niçin Hz. Ali ile Hasan arasında sıkışıp kalmıştır? Anlaşı¬lan Suyûtî, bu durumu umûm-ı belvâ olarak görmemektedir. Ayrıca sonraki dönem sûfîleri bu konuya şöyle bir yaklaşım da sergilemektedir:
Hırka ve murakka, İbnü’l-Cevzî ve İbn-i Teymiyye gibi Selefî âlimler tarafın¬dan şiddetle tenkit edilmiş, bunun dinde yeri olmayan bir bid’at olduğu belirtilmiş¬tir. İbn-i Haldun, hırka giymenin tasavvufa Şiilikten geçtiğini ileri sürmüştür (Uluç, 2001: 46). Tasavvufi ekollerden olan Melamilikte ise niyetleri esas olarak kabul edil¬diğinden taç, hırka gibi tarikat giysileri kullanılmaz (Öztürk, 1990: 376).
Hırka giyme konusunda her konuda olacağı gibi olmazsa olmaz olarak kabul edenler olduğu gibi, sadece bir merasimdir, olması şart değildir diyenler de olmuştur.
Tarikatlarda Hırkanın Anlamı, Renkleri ve Yorumları
Tarikatların büyük bir kısmının kendine özel hırka, taç, tennure gibi özel giy¬sileri olup, inanç yapıları veya geleneksel yorumları nedeniyle farklı renklerde hırka¬lar kullanılmıştır.
Tarikatlar döneminde özellikle hırka giymeye büyük önem verilmiştir. Kıya¬feti fazla önemsemeyen Nakşibendiyye’de bile hırka, feyz almanın yollarından biri olarak kabul edilir. Fütüvvet ehli, hırka yerine daha çok şalvar kelimesini kullanır. Hırka giymeye karşı olan melamet ehli içinde bile nefsi hor görmenin ve kınanmanın bir ifadesi olarak zaman zaman eski ve yamalı hırka giyenler olduğu bilinmektedir.
Yine bazı sûfîler, hırkanın renginin siyah olmasını tercih etmişlerdir. Çünkü siyah, renksiz olup seyr-i sülûkta makamların sonuna ulaşmayı ve koca derya olan gaybın sınırında durmayı simgeler (Uluç, 2001: 26).
Hırka giyme konusunda daha itinalı olan Mevleviler de hırkaya deruni an¬lamlar yüklemişlerdir. Nitekim onlar, hırkayı kabir, sikkeyi de mezar taşı olarak ka¬bul etmişlerdir (Gölpınarlı, 1963: 42). İbn-i Arabî ise hırka giymek için yeşil ölüm tabirini kullanmaktadır.
Beyaz renk hırka, âşıkların giysisidir, ferahlığı ve gamsızlığı ifade eder. Siyah renk, hülle zahitlerinin giysisidir, çünkü onlar rahatlıktan uzak dururlar, rahatlık on¬ların derecesini düşürür. Yeşil hülle, cennet giysisidir, gözün nurunu artırır. Sarı hül¬leyi İmam Hasan, zehirlendiği vakit giyinmiştir. Kızıl hülleyi Hz. Hüseyin, Kerbela’da giyinmiştir. Mavi hülleyi ise zındıklar ve münafıklar giyinmiştir (Agah Bin Salih El İstanbulî, 2005: 124).
Abdulkâdir Geylânî, “Hırka giymekte esas olan, müridin iyi ve güzel kimse¬lerin süsüyle süslenmesidir.” demiştir. Öyle ki, mürid bu hırkayı giydikten sonra, bir kötülük yapmaya kalkıştığında hırka ona edebe sarılmayı hatırlatır. Mürid de o kötü işi yapmaktan vazgeçer ve tekrar iyi şeylere yönelir.
Gölpınarlı’nın da ifade ettiği gibi hırkanın şekli konusunda tarikatlar arasın¬da önemli bir farklılık yoktur. Zaten sufîlerin hırka ile ilgili olarak yazmış oldukları risalelerde, şekle dair teferruat, hatta basit bilgiler dahi verilmemiştir. Bizim bu bil¬gilere ulaşmamız, sonraki dönemlerde yazılan eserler vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Bununla birlikte hırkaya düğme dikilmesinin hoş görülmemesi ve bazı deruni an¬lamların bulunduğuna işaret edilmesi dikkatimizi çeken noktalardır. Mevlevilikte hırkanın rengi siyah, mavi veya beyaz olabilir. Tarikata girenler siyah, belli dereceye ulaşanlar mavi, sülûkunu tamamlayanlar beyaz hırka giyer (Uludağ, 2001: 166).
Sonuç itibarı ile her tarikatın hırkaya yüklediği farklı anlamların renkler ve şekillerle ifade edilmeye çalışıldığı görülmektedir.
Bektaşilik ve Alevilikte Hırka Anlayışı
Tasavvufun ortak değerlerinden olan hırka, Bektaşilikte de çok önemli bir yere sahiptir. Hırka, kimsenin ayıbını görmemenin, gördüğünü örtmenin ve görmediğini söylememenin simgesidir. Mevlevilikte hırkanın yenlerinin bol olmasının kusur ört¬meyi ifade ettiği şeklinde yorumlanırken, Bektaşilikte hırkanın yenlerinin dar olması kusur görmemenin yaşam tarzı olması gerektiği vurgusuna işaret etmektedir.
Bektaşilik inancının temel eserlerinden olan Hacı Bektaş Velî Velayetnamesi’nde Hünkâr’ın hırka giymesi şu sözlerle aktarılır: “Hacı Bektaş dergâha döndüğünde mürşîdi, Ahmed Yesevi’ye şeyhinden kalmış olan tâc, hırka, sofra, çerâğ, alem, seccâde gibi emânetleri kendisine teslim eder. İcâzet ve hilâfetnâme vererek halifelik katına ulaştırır” (Noyan, 1998: 20).
İmâm Caferü’s-Sâdık’ın kendi hırkasını Beyazid Bistâmî’ye bıraktığı, ehli meydana çıkıncaya kadar onda emanet durmasını söylediği, hırkanın ondan Şeyh Lokman Perende’ye geçtiği, onun da teberrüken hırkayı bir defa giyüp güzelce sakladığı, Hacı Bektaş Velî ortaya çıkınca bu hırkayı, Caferü’s-Sâdık hazretlerinden beri gelen emre uyarak, Horasan Erenleri huzurunda Hz. Pîr’e tevhid, tezkir ve tekbir ile giydirip teslim ettiği bildirilmektedir (Noyan, 1998: 21).
Bektaşi ulularından Kaygusuz Abdal, Alâiyye Beyi’nin oğlu Gaybî’dir. Gaybî, kaynaklarda, okla yaraladığı geyiği kovalayarak Abdal Mûsâ Sultan Dergâhı’na kadar girdiği, orada kalarak mücerret ikrarı verdiği, tıraş olup, tâc, kemer ve hırka giydiği bilinmektedir (Noyan, 1998: 284).
Alevilik Bektaşilik inancında çok önemli yere sahip olan ve İmam Cafer-i Sâdık’a ait olduğu kabul edilen Buyruk adlı eserde hırkanın önemi ve içeriğine ait vurgular bulunmaktadır (Aytekin, 241). Bedri Noyan Dedebaba (2006: 332) bir ese¬rinde hırka ile ilgili olarak şunları kaydetmiştir: “Hz. İmâm Ca’fer Sâdık Radiyallâhü teâlâ anh Tarîk-i Âliyye hakkında beyân eder. Eğer hırka giyen kişiye suâl ederlerse:
– Hırkanın îmânı nedir, ve guslü nedir ve kilidi nedir, farzı nedir, sünneti nedir, varlığı nedir ve cânı nedir ve teni nedir ve âyînesi nedir ve durağı nedir ve mekânı nedir?
El-cevâb: Îmânı settârlıktır, yani örtücülüktür. Kıblesi, Pîr’dir. Ve guslü: Tecrîdliktir. Sünneti: Kâil olmaktır ve irâdettir. Ve bağlaması: Hürmettir Er-Hakk yoluna. Ve kilidi: Tekbîrdir, yani zâhiri ve bâtını geru atmaktır. Kemâli doğruluktur. Ve eteği Dervişliktir. Ve yen’i: Tarikattir. Ve kıblesi: Pîr, Muhammed-Alî’dir. Durağı ve mekânı: Nübüvvettir. Ve gönlü: Evliyâlar nazarına teslîm olmaktır.
Eğer suâl ederlerse: Hırka-i şerîf neden yaratıldı?
Cevâb vire kim: Lü’lü’den (inci’den) yaradıldı.”
Bir başka eserinde ise (Noyan, 2010: 390); “Eğer sorsalar; hırkanın yakasın¬da ne yazılmıştır?” Eyit ki: “Lâ ilâhe illallâh Muhammed Rasûlallâh. Eteğinde Alî Veliyyullah. Çün hırka giyesin, bu şartları bilesin tâ ki hırka sana helâl ola.” Hırka oldur ki, yünden ola. Zirâ kim cemi hırka ehlinin hırkası yünden idi. Evvel hırkayı Âdem Peygamber giydi. Ol vakit kim Âdem Peygamber’i Havvâ ile Uçmak’tan dün¬yaya gönderdiler, üryân idi. Cebrâil bir koyun getirdi. Yünün Havvâ eğirdi, Âdem dokudı. Kilim eylediler, giydiler. Ve dahi Mûsâ’nın donu yünden idi” demektedir.
Cavit Sunar (1975: 162), bir eserinde Bektaşilikteki hırka hakkında şunla¬rı söylemektedir: Hırkanın imanı: Mürşidini sevindirmek, Kıblesi: Pîr, Zâhiri: Her nesneyi örtmek; Pîri anlamak, Bâtını: Edeb, sırr-ı hakîkat, Guslü: Dünyayı terk, Na¬mazı: Hakkına kanaat, ululuk, arılık, Farzı: Mürşide muhabbet, Sünneti: Hizmet, Canı: İrade, icazet, Kilidi: Tekbîr, Üstüvâsı: Didar, Yen’i: Tarikat, Eteği: Dervişlik. Dervişlik odur ki cümle âlem yok olsa insan kendine hiçbir dert edinmemek, yani kendinî tamamen yok bilmek. Yakası: Uzlet, sürûr.
Hırkanın yakasında şunlar yazılıdır: Yâ Sabûr! Yâ Şekûr! Yâ Hâlim! Yâ Mecît! Yâ Kerim!
Hırkanın içinde şunlar yazılıdır: Yâ Vâhid! Yâ Ahad! Yâ Samed! Yâ Ferd!
Hırkanın ardında da şunlar yazılıdır: Yâ Hâlık! Yâ Vekîl! Yâ Velî! Yâ Şehid! Bütün bunlarla birlikte Hırka giymenin başlıca şartı ayıpları örtücü olmaktır.
Bektaşi babalarından Mehmed Süreyya Baba’nın hicri 1338-1340 tarihinde yazdığı ve Ahmet Gürtaş (1995: 148) tarafından çevirilen bir eserde “Kurretü’l- ‘ayün-i Eh-i sünnet Hazret-i imam Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin mübarek Hırka-i Saadet-i Nebeviyeleri altına alıp orada telkîn ve emânet buyurdukları esrâr-ı ilâhiyyedir. Nasıl ki, o nebiyy-i Muhterem (sav) emanet-i ilâhiyyeyi Ehl-i Beyt’ine ale’l-âşikâr tevdî’ buyurmadılar. Vâris-i ilm’ün-Nebî olan ehlu’llah-ı ızâm dahî bu bahsi her bir vecihle gizlemiş; Hazret-i Pirim de kendi meydânına dâire-i kisâ ol¬mayan ağyârı kabul etmemek suretiyle setretmiştir” sözleriye hırkanın önemini vurgulamaktadır. Böylelikle Bektaşi babaları tarafından hırka geleneğinin günümü¬ze kadar ulaşması peygamberin sırlarını kendi çok özellerine aktarmasının sembolü olarak yorumlandığını ifade etmektedir.
Bektaşi Halife Babalarından Turgut Koca (1998: 2) ise hırka hakkında şun¬ları belirtmiştir: Bu yüce bilgileri Hz. Muhammed, Hz. Ali, Ashâb-ı suffa denilen önceleri kırk sonra üç yüz altmış ere yükselen barışta yalnız islam ilimleri ile savaşta ön saflarda çarpışan sahabilerdir. Yiyecek ve giyecekleri peygamber tarafından karşı¬lanırdı. Peygamberin evinin sofasında yattıkları için bunlara Ashab-ı suffa yani suffa ashabı veya İhvân-ı safâ yani safâlı kardeşler denirdi. Bunlardan on yedi kişisine tac ve hırka giydirilmiş ve kemer bağlanmıştı. Dervişlik aşamasına çıkarılmıştı.
Bektaşi babalarından XVII. yüzyılda yaşamış Bedrî ve XVI. yüzyılda yaşamış olan Yetîmî, şiirlerinde hırkanın önemini şu sözlerle ifade etmişlerdir:
Fakr-ı hâlde ey dil âbâdî kılan Bektaşidir,
Hırka-pûş olmuş ve lîkin kâm alan Bektaşidir Ziynet-i dünyâyı terk îdüb abâ-pûş oldular Nâr-ı aşkullâhayânupyâkılan Bektaşidir
Nutk-u Pîr’den ey neam gûş eyle cânâ sen de bil
Tâş atan bizdendir ammâ attıran bizden değil
Bedrî tan îderseni âlem sakın olma melil
Sen bilirsin bahri-i ummâna dalan Bektaşidir
* * * *
Bu harâbât ehli pend’in der isen gel eyle gûş Âri kıl mirât-ı kalbin olasın bin bire dûş Köhnesîne hor bakup anlar demeyin hırka-pûş Birgün ola ettire esrâr-ı aşk-ı bahri cûş Hacı Bektâş Velî Hünkârı var Bektaşi’nin
Bu ikilik perdesinden geç olasın tâ ki pîr İnd-i Bârî’de Yetimî bir olur bây ü fakîr Yâ İlâhî dâm-ı nefs içre bizi koyma esîr Bizdedir velhâsıl zâhir ve bâtın cümle sırr Hacı Bektâş Velî Hünkârı var Bektaşi’nin
Bektaşilik yoluna girecek olanların ikrar töreni sırasında arakiye, teslim taşı ve tığ- bendleri tekbirlenir. Baba, Kur’an-ı Kerimden ilgili ayetleri okur. Yola intisap böylelikle gerçekleşmiş olur. Hanımların ise tennureleri, başörtüleri, teslim taşları aynı yöntemle tek¬birlenir. Hırka, hayderiye, tennure, taç giyme töreni dervişlik erkânı sırasında uygulanır. Bu erkân yapıldıktan sonra derviş, artık geleceğin baba adayı demektir. Türkiye’deki Bektaşi babalarının, dervişlerinin hırkaları diz altına gelecek uzunlukta, genellikle siyah renktedir. Ehl-i Beyt soyundan olanların ise yeşil renk giydikleri bilinmektedir. Siyah renk, tasavvufun genel kabulleri çerçevesinde kusur görmemeyi ifade etmektedir. Çok az sayıda toprak gibi olmayı ifade eden kahverengi hırkalar da bazı babalar tarafından giyilmiştir. Yurt dışında yaşayan Bektaşi babaları ise genellikle arı ve duru olmanın önemine vurgu olması yönün¬den beyaz renk hırka giymektedirler. Renklerin farklı olmasına rağmen değişmeyen ortak tarafları ise kollarının bileklere doğru uç kısımlarında ve hırkanın boyun etrafından etek uç-larına kadar olan yerlerinde On iki imamlara bağlılığı sembolize etmesi için on iki sıra dikiş bulunmasıdır. Ayrıca bu hırkalarda cep ve düğme de bulunmaz.
İslam’ın tasavvufi yorumu olan Aleviliğin, günümüze ulaşmış bir hırka örneği olmamakla beraber, gerek buyruklarda gerekse şiirlerde hırkanın dedeler tarafından kullanıldığını tespit edilmektedir.
Pîr Sultan’ın şiirlerinde de hırka ile ilgili ögelere rastlanmaktadır (Öztelli, 1971: 104):
Hazret-i Şâh’ın âvâzı Turna dönen bir kuştadır Âsası Nil deryasında Hırkası bir derviştedir
Mürde Pîr Sultanım mürde Özümüz asılı darda Yemenden öte bir yerde Daha Düldül savaştadır
Pir Sultan başka bir şiirinde ise;
Mürşit huzurunda dâra durmağa Dâra durup Hakka boyun vermeğe Muhabetten geçip hırka giymeğe Çar pâreden derviş şalın var mıdır?
Pîr Sultanım senin derdin deşilmez
Derdi olmayanlar derde dûş olmaz
Rehbersiz mürşitsiz yollar açılmaz
Mürşit eteğinde elin var mıdır? demektedir (Öztelli, 1971:327)
Pir Sultanın bu sözleriyle inancın geleneğinde yakın yüzyıllara kadar hırkanın, tacın kullanıldığı sonucuna varıyoruz.
Ayrıca Aleviliğin temel eserlerinden biri olarak kabul edilen ve Taşğın (2003: 78) tarafından yayına hazırlanan Şeyh Sâfî Buyruğunda: “Eğer sorsalar, hırkanın yakasında ne yazılıdur?” Eyit ki: “La ilâhe illallâh Muhammed Rasûlallâh. Eteğinde Alî veliyullah” ve hırkanın beline ne yazılıdur? yâ kabûl, yâ şekûr, yâ kerîm, yâ mürşid ve hırkanın eteğine ne yazılıdur? yâ vâhid, yâ ferd, yâ samed ve hırkanın zâhiri izzetdür ve bâtını nurdur. Çün kim hırka giymek murad eylersen bu şartları bilesin tâ ki hırka sana helâl ola. Hırka oldur ki: Yünden ola. Zirâ kim cemi hırka ehlinin hırkası yünden idi. Evvel hırkayı Âdem Peygamber giydi. Ol vakit-kim Âdem Peygamber Havvâ ile Uçmak’tan dünyaya gönderdiler, üryân idi” sözleri hırkanın önemine işaret etmektedir.
Alevilikte Şeyh Safi Buyruğu, Menâkıbu’l-Esrâr Behçetü’l-Ahrâr ve İmam Cafer Buyruğu olarak bilinen temel eserlerde hırka ile ilgili bahisler bulunmaktadır.
Doğan Kaplan (2010: 247), bir eserinin üç sünnet yedi farzın, altıncı farzı ile ilgili bölümde “Musahibini, hakîkat-ı Hak cemine götürmelidir. Tövbe ehli olup, sahib-i irşad olmalıdır. Daima günahına tövbe edici olmalıdır. Tâlipler evliyaya irâdet getirip tövbe almalı ve biat etmelidirler. Beli berk olmalıdır. Halifeden hırka giyme¬lidir. Halifeden el tutup tövbe kılmaktır” sözleriyle Buyruklar’da hırka giyilmesinin önemine vurgu yapılmaktadır.
Türkiye’nin özellikle Hatay yöresinde yoğunlukla yaşayan halk arasında Arap Aleviliği olarak adlandırılan Nusayriliği de bu yazımızda gözardı etmemiz mümkün değildir. Bu nedenle onlar hakkında birkaç şey belirtmemiz gerekecektir. Muham¬med Nusayr bin Bekrîyyü’n-Nemîrî’nin kurduğu yola bağlı olan Nusayrîlerde söz verme (ahd-ü peymân) erkânı bulunmaktadır (Palabıyık, 2010: 35). Bektaşilerin ikrar töreninde, bir kişinin kefil olması ile yerine getirilen bu erkân, Nusayrîlerde iki kişi tarafından tezkiye edilmek suretiyle yerine getirilir. Böylece aralarına alınacak, on sekiz yaşını doldurmuş olan genç, o güne kadar babasının kendisine vermiş oldu¬ğu hazırlayıcı terbiye ile mensup olduğu topluluğun da güvenini kazanmış olduğunu anlayacaktır.
Bektaşilikte de rehber, abdest aldırarak talibi önceki yaptıklarından arı bir hâle getirir. Mürşîd de ondan kefil ister ve sonra tövbe ettirerek o andan sonrası için yapılacak telkine göre hareket edeceğine dair ona söz verdirir.
İkrar töreninde rehberi tarafından Şeyhü’l-vilâye huzuruna çıkarılan genç diz çöker, Şeyh, onun beline Bektaşîlikteki tığ-ı bend gibi “Rıbât-üş-şeri’a” bağlar. Başı¬na da yeşil destârlı “Tâcü’l-Hakîkat” dedikleri bir keçe külâh giydirilir. Rehberi de arkasına “Hırkatü’l-ma’rifet” veya “Kabâul-ma’rifet” denilen bir fahir, yani bir hırka giydirir. Tâlip Nusayri şeyhi önünde diz çöker. O da ona gerekli olan telkinini yapar.
Bundan sonra tâlib, Mürşîdin sol ilerisinde delili ile yan yana ayakta durur ve bu İhvân-ı meclis veya Meclis-i üns’te bulunanların her biri kendisine hiç değilse bir ufacık aydınlatıcı, yani irşad edici söz söylerler.
İslam’ın bâtıni yorumlarından olan Alevilik, Bektaşilik ve Arap Aleviliği ola¬rak tabir edilen Nusayriliğin temelinde de özel ibadetler ve gizlilikler bulunmakta olup ancak intisap etmiş olanların katılabildikleri dinî törenler bulunmaktadır.
Sonuç
Hırka, sûfî hayat tarzını yansıtan en önemli sembollerden birisidir. Tasavvuf ehli kişilerce hırkanın tarihinin Hz. Âdem’den başlayarak Hz. Muhammed’e, oradan Hz. Ali vasıtasıyla günümüze ulaştığına inanılır. İlk dönemlerde kılık-kıyafetteki zühd ile özdeş sayılabilecek olan hırka giymek, daha sonraları bir şeyhe teslim olmayı ve tasavvufi terbiyenin nihayetinde şeyh tarafından verilen icazeti ifade etmektedir.
Mutasavvıflar her ne kadar hırkayı giyecek kimseye göre mürşidin sohbetiyle bereketlenmek ve hayır duasını almak isteyen kimselere teberrük hırkası; tasavvufî hayata girmeyi ve mürid olmayı isteyen kimselere de irade hırkası şeklinde kısımlara ayırmışlarsa da Bektaşilik’te bunun sadece dervişler ve babalar tarafından giyildiği tespit edilmektedir.
İslam’ın tasavvufî yorumu olan Bektaşilik ve Alevilikte zamanın bazı yıpratma¬larına rağmen temel değerlerinde asgari müştereklerin varlığı gözlenmektedir. Özellikle çalışmamızda hırkanın Hz. Peygamberin döneminden günümüze kadar intikal ettiği, buna ayet, hadîs ve menkıbelerle getirilen yorumlar tespit edilmeye çalışılmıştır. Bektaşilik gele-neğinde ise arakiye, hırka, taç, kemer, tennure, tığ-ı bend kuşanılmasının belli dinî törenlerden sonra yapıldığı bilinmektedir.
Hacı Bektaş Velî Velayetnâmesi’nde Hünkâr’ın, yola girecek kişilerin tacı¬nı tekbirlediği, gözünü sığadığı, sırtını sıvazladığı ve bu şekilde müride nasibini verdiği¬ni (Duran ve Gümüşoğlu, 2010: 377), halife tayin edileceklere ise tâc, hırka, çerâg, sofra, ‘alem ve seccâde (Duran ve Gümüşoğlu, 2010: 179) vererek farklı bir işlem yapıldığını görmekteyiz. Günümüzde Bektaşilik yoluna girecek olanlara Balım Sultan Erkânnâmesi’nde belirtilen kurallara göre uygulama yapılmaktadır. Günümüz uygulamala- nnda Velayetnâmelerdeki özellikle halifelikle ilgili ritüeller tamamen aynı olmamakla bera¬ber büyük benzerlikler bulunmaktadır.
Alevilikte ise kaynak eser olarak kabul edilen Buyruklarda, el yazma eserlerde bulun-masına ve ozanların şiirlerinde bu konuya yer verilmesine karşın artık hırka giyme âdetinin uygulanmadığı görülmektedir. Günümüze intikal eden, Karacaahmed Sultana, Abdal Musa’ya ait olduğu ileri sürülen hırkalar olamasına rağmen tarihsel olarak ne zamandan sonra bu uygulamanın kesildiği de tespit edilememektedir.
Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim arasındaki olaylardan sonra gözden uzak yerlerde yaşamak zorunda olan Anadolu Alevilerinin inanç kimliklerinden dolayı zarar görmemek için muhtemelen yavaş yavaş hırka ve taç giyme geleneğinden uzaklaştıklarını düşündür-mektedir. Hâlbuki Bektaşi Tekkelerinde hizmet eden Bektaşi babalarının dergâhlar kapatı- lıncaya kadar hırka taç, kemer gibi tarikat giysilerini hiç çıkartmadığını ve kullandıklarını bil-mekteyiz. Günümüzde de Türkiye’deki Bektaşi Babaları sokakta giymemekle beraber tüm dinî törenlerde, ibadetlerde libâs-ı fâhire dedikleri hırka, taç, kemer, teslim taşı, tennurelerini giymekte ve bu inançsal geleneklerini sürdürmektedirler.
Kaynakça
ÂGÂH BİN SALİH EL İSTANBULÎ, Yahya (2005). Tarikat Kıyafetlerinde Sembolizm, Ocak yayınları, 2. baskı, İstanbul.
AYTEKİN, Sefer (Tarihsiz) Buyruk, Emek Basım-Yayınevi, Ankara
DEVELİOĞLU, Ferit (1998) Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lugat, 15. Baskı, Ankara
DURAN, Hamiye ve GÜMÜŞOĞLU, Dursun (2010). Hünkâr Hacı Bektaş Veli Velayetnâmesi, Ankara.
GÖLPINARLI, Abdülbaki (1963). Mevlevi Âdâb ve Erkânı, İnkılap ve Aka Kitapevleri, İs¬tanbul.
GÜRTAŞ, Ahmet (1995), Şeyh Mehmed Süreyya, Tarikat-i Aliyye-i Bektaşiyye, Türkiye Di¬yanet Vakfı yayınları 176, Ankara
İSAM, T (1998). Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 17, İstanbul.
RA.PLAN, Doğan (2010). Yazılı Kaynaklarına Göre Alevilik, Türkiye Diyanet Vakfı, 1. baskı, Ankara.
RARA, Mustafa (1992). Tasavvuf ve Tarikatlar, İletişim Yayınları, İstanbul.
KOCA, Turgut (1998). Pir Nefes Üstad, Bektaşi Kültür Derneği Yayınları 2, Ankara.
NOYAN DEDEBABA, Bedri (1998). Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik, Ardıç Yayın¬ları, c. 1, Ankara.
(2006). Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik, Ardıç Yayın¬ları, c. 1, Ankara.
(2010). Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik, Ardıç Yayın¬ları, c. 8, Ankara.
SÜSLÜ, Özden (1989). Tasvirlere Göre Anadolu Selçuklu Kıyafetleri, Ankara
ÖZTELLİ, Cahit (1971). Pîr Sultan Abdal Bütün Şiirleri, Milliyet Yayınları.
ÖZTÜRK, Yaşar Nuri (1990). Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul
PALA, İskender (2009), Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, 18. Baskı, İstanbul
PALABIYIK, Hanefi M (2010). Dinî inançları ve özellikleri bakımından Nusayrîlik, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi.
SUNAR, Cavit (1975). Melâmîlik ve Bektaşilik, Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Ya¬yınları.
TAŞĞIN, Ahmet (2003). Şeyh Sâfî Buyruğu (Menâkıbu’l-Esrâr Behçetü’l-Ahrâr), Rehda Widenbürück Çevresi Alevî Kültür Derneği Yönetim Kurulu, Ankara.
ULUÇ, Tahir (2001). Tasavvuf Geleneğinde Hırka Giymek ve Giydirmek, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
ULUDAĞ, Süleyman (2001). Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınevi, İstanbul.