Börklüce Mustafa ve Tasvîrü’l-Kulûb Örneği

Şeyh Bedreddin’in yaşamı ve yapıtları modern araştırmacıların öteden beri ilgisini çekmiştir, ancak onun en yakın talebesi olan Börküce Mustafa’nın aynı ilgiye mazhar olduğunu söylemek zordur. Şeyh Bedreddin hakkında olumlu veya olumsuz pek çok şey yazılmış olmasına karşın, Börklüce Mustafa ile ilgili tarih kitaplarında yalnızca birbirinin tekrarı olan bilgiler yer almaktadır. “Tasvîrü’l-Kulûb” ve yazarı “Burhan bin Mustafa” olarak kayıtlı olan bu eserin Börklüce Mustafa’ya ait ve mutasavvıf kimliğe sahip olduğu, Şeyh Bedreddin öğretisinin Halvetiliğin bir kolu olarak algılanmasının daha doğru olacağı, günümüzde anlaşıldığı tarzda Alevî olmadığını tespit ediyoruz.
Gerek Bezmi Nusret Kaygusuz’un ve gerekse Bursalı Mehmed Tahir’in, Börklüce Mustafa’nın eserlerinde mutasavvıf olduğuna ilişkin açıklamaları dikkatimizi çekmiş, eseri incelememize neden olmuştur. Türk okuyucusu, hatta bütün dünya Börklüce Mustafa’yı, tasavvuf adamı olarak değil de, bir ihtilalci, bazılarına göre sosyalizmin ve materyalizmin ilk temsilcisi olarak tanımaktadır. “Tasvîrü’l-Kulûb” adlı bu eser ile Börklüce Mustafa’nın mutasavvıf olduğunun belgelenmesi, bir yandan Bedreddin’in tasavvufî düşüncelerinin olgun müridleri tarafından nasıl anlaşıldığı sorusuna cevap niteliğindedir. Aynı zamanda Türk düşün yaşamına ve tarihine ışık tutup, insanların bilgilerini tekrar gözden geçirmelerini sağlayacağına; Şeyh Bedreddin ve Börklüce Mustafa’ya daha farklı bir açıdan bakmamızı da beraberinde gerektireceğine inanmaktayız.
Eserin Topkapı Sarayı Emanet Hazinesi, Milli Kütüphane, Manisa İl Halk Kütüphanesi, Vatikan Kütüphanesi Türkçe Yazmaları bölümünde olmak üzere toplam dört nüshasına ulaşılmış ve incelenmiştir. En eski istinsahı H. 983 (M. 1575) yılına aittir. Eserin mukaddimesinde Şeyh Bedreddin’e övgüler bulunmaktadır.
Tasvîrü’l-Kulûb ile Vâridât arasındaki düşünce benzerliklerinden birkaçı şu şekildedir. “Vâridât”ta “Lâ ilâhe İllallah” kelâmı “Kâinatta Allah’tan gayri bir şey yok. Her şey zevâl bulur, ancak Hakk’ın zâti sıfatları bâki kalır” denilmektedir. “Tasvîrü’l-Kulûb”un 18 b varakında Hazret-i Peygamber’den bir hadis aktardıktan sonra, “Bir kimse Lâ ilâhe ilâllah ve Muhammeden Resûlullah dese cennete girer” demektedir.
“Vâridât”ta “Allah bütün mazharlarda görünen aslî varlık ve bâtınî bir cevher olduğundan mazharlardan her biri görünüş itibariyle diğerine muhalif ise de hakikat bakımından hepsi birdir. İmdi mazharlardan herhangi birisi ‘Ben Allah’ım’ demiş olsa, bu söz yalan değildir. Çünkü her şey ondan çıkmıştır. Onunla beraber Allah’ın çoğalması lâzım gelmez. Evvelce söylediğimiz vechle çokluk görünücüde değil, görünen şeylerdedir. Asıl birdir. Görünücü asıl ve tek varlıktır. Bu varlık şartsız ve kayıtsız olarak Hakk’tan ibarettir.” Börklüce ise eserinde:
“Sûretdeki zamîr Allah’a râcidir ve hem insân mecmu’ âlemdir. Allah teâlâ’[yı] bilmek âlemi bilmek değildir, illâ kendü nefsini bilmekdir. Zîrâ vücûd yokdur âlemde, illâ Hakk’ındır, zîrâ âlem evvel yogidi, Hakk vücûduyle var olub kâ’im olubdurur. Hakk vücûdun alsa, gerü yok olsa gerek. İmdi hakîkatde vücûd Allah teâlâ’nındır.” demektedir.
Yine Vâridât’taki, “Tarikat erbâbı, odun gibidir birkaç nevîdir: Bunlardan bir takımı çok kurudur. Cüzi bir ateş ile tutuşur ve bir daha sönmez. Yana yana kâmilen ateş haline girer. Sofiyyenin ‘saf ve hâlis bir kişi her yandan tamamlanınca Allah olur’ sözü bu manaya gelir. İkinci kısmı son derece nemlidir. Yaşlığı biraz zâil olmayınca bir türlü yanmaz. Üçüncüsü orta sınıftır bazı tarafları az bir zahmet ile yanar tutuşunca da sonuna kadar sönmez.” “Tasvîrü’l-Kulûb”da ise insanların anlayış ve kavrayışları yönünden sınıflandıran benzer sözler bulunmaktadır:
“Ammâ ol insânın bir bölüğü kim, avâm-ı mü’min dirlerdi. Ol dahi iki bölükdür. Bir bölüğün didik, işitdiniz ve bir bölüğü dahi haslara yakîndir. Zâhirde hemân anların gibidir. Ekseri kişi, anları haslardan sanur. Zîrâ anlar Allah’ı birlediler, peygambere inandılar ve Allah teâlâ buyurduğundan kaçdılar ve tâ’ate ve ibâdete meşgûl oldılar. Velâkin ihlâs mertebesine yetişmediler. Zîrâ anlar erenlere kendülerin teslîm itmediler. Ve Allah dostlarına muhabbet idüb gönüllerini riyâdan kurtarmadılar.” Eserin başka bir bölümünde ise benzer şu sözler bulunmaktadır: “Kaçan kim fakrı tamâm olsa ol Allah’dır. İmdi anın tamâm olması küdûrat-ı beşeriyyeden hâsıl olan benlik gitmekle olur. Vakta kim, ol benlik gitse Hakk’dan gayrî nesne kalmaz. Anın içündir kim, ba’zısını “Ene’l-Hak” ba’zısını ‘Sübhâni ma azâma şâni leyse fi cübbeti sivallah’ didiler.”
“Vâridât”ta semâ’ hakkında ise şunlar söylenmiştir: “Tarikat ehlinin ‘semâ’ dedikleri âyin de bunun gibidir. Hâlis ve riyâsız olanlar hakkında semâ’ hak ile meşguliyet miktarında helâldir. Çünkü güzel sesleri işittikleri vakit kalpleri Cenâb-ı Hakk’a doğru uçar. İçlerinde dünyaya ait alâkalardan zerre bile kalmaz. Gönüllerine kâmilen Allah sevgisi kaplar. Şimdi insaf edelim; şu sûretle Hakk’a kavuşmağa vesile olan bir şeyi haram görmek ve haram olduğunu söylemek bir müslümana helâl olabilir mi” Bu sözlerin benzerlerine Börklüce eserinde geniş yer vermiştir:
“İmdi, ol elfâzdan ola, yahûd Hazret-i Resûl’ün fi’llerinden ola. İmdi, bir nesnede ki, nass olmaya anda kıyâs dahi dürüst değildir. Pes ‘Semâ’ harâm’ didikleri kavl bâtıl olur. Ol dahi helâl fi’ller gibi olur. Zîrâ semâ’ın harâmduğuna nass vârid olmamışdır. Belki nass, dahi kıyâs delâlet ider ki, semâ’ helâldir.” “Bilgil kim, âşıkların semâ’ı ibâdetdir.” “Pes lâzım olur kim hâslara ol hakâyık ve dekâik avâme işitdirmeyeler. Anları meclisi semâ’ ve raksa da’vet etmeyeler.” Eserin devamında:
“Pes ma’lûm oldı bir kimse kim, semâ’a def’le ve savt-ı mevzûn ile ve şiir inkâr itse tahkîk fi’l-i nebîye inkâr etmiş olur, fi’l-i nebiye inkâr hod küfürdür” denilmektedir.
Yukarıda sunulan nedenler ve açıklamalardan dolayı, bu eserin Börklüce Mustafa’ya ait olduğundan şüphe edilmemesi gerekir. Ayrıca gerek Şeyh Bedreddin, gerekse Börklüce Mustafa hakkında yazılanlar, bizim tespitlerimizle çelişmemektedir. Özellikle Börklüce Mustafa’nın “mülhid, rafızî, mürted” olduğu ve İslâm’la bağdaşmayan, hatta çelişen görüşleri bulunduğu, çeşitli yazarlar tarafından sıklıkla yinelenmiştir. Haklarındaki olumsuz söylemlerin dönemin siyasal hesapları sonucunda meydana geldiğini düşündürmektedir. Şeyh Bedreddin’in Camiü’l-Fusuleyn gibi Sünnilik açısından çok önemli bir eser yazmış olmasına rağmen senelerce yasaklı kabul edilen insanlar arasında olması, ulemanın bu konuda onu destekleyen ve karşı çıkanlar olarak ikiye ayrılması çok düşündürücüdür. Börklüce’nin fikirlerine de bu nedenle önyargılı bakılması doğal bir sonuç olarak görülmelidir.
Ayrıca “Sultan” unvanı padişahlara veya manevî saltanata sahip olduğuna inanılan insanlar için kullanılan bir tabirdir. Pir Sultan, Abdal Musa Sultan, Kaygusuz Abdal Sultan gibi unvanlar erenlerin çoğu için kullanıldığı gibi Börklüce Mustafa’nın da “Dede Sultan” olarak anılması dikkat çekicidir. Bezmi Nusret Kaygusuz, eserinde Kadı Burhaneddin’in de “Kadı Sultan” olarak anılmasını Börklüce babasından kalma bir sıfat olması ihtimalini düşündürdüğünü belirtmektedir. Eserinde babasının ismini “Burhaneddin” değil de “Burhan” olarak kullanması gerçek kimliğini gizlemek, takiplerden korunmak için olduğunu düşündürmektedir. Babasının “kadılık” sıfatını da “Hoca” olarak değiştirmesi ihtimal dâhilinde gözükmektedir.
Dükas ve Hammer’in, Mustafa’yı “Şiddetli mutaassıp” sözleriyle anmış olmaları, onun tasavvufî yönünün ağırlığını ortaya koymak için kullanıldığını düşündürmekte, fakat ayrıntıya girmemektedir. Aynı zamanda bir kaç senede binlerce insanın onun için başını verebilecek bir seviyeye ulaşması, Bedreddin’in, yolunda lâyıkıyla yürüyen, kendisini en iyi şekilde temsil eden biri olduğu sonucuna varmamıza neden olmaktadır. Ayrıca “Tasvîrü’l-Kulûb” adlı eserinde işlediği konular da bu tespitimizi doğrulamaktadır. Eser sadece tasavvufî konuları içermekte, dönemin siyasal olaylarıyla ilgili en küçük bir bilgi bulunmamaktadır.

Sonuç olarak, Börklüce Mustafa, Şeyh Bedreddin’in eski kâhyası ve mürididir. Şeyhliğe onun vasıtasıyla yükselmiştir. Şeyh Bedreddin’in en önde gelen müridi olduğundan siyaseten üzerine gidilmiş, bunun için kamuoyunu oluşturmak üzere de hakkında iftiralar uydurulmuştur. Muhtemelen dervişlerinin Osmanlı’ya karşılık vermesinin, nefsi müdafaa olarak algılanmasının daha doğru olacağı düşüncesindeyiz. Börklüce Mustafa’ya (Burhan bin Mustafa) ait olan “Tasvîrü’l-Kulûb” adlı bu eserin içeriği tamamen tasavvufa aittir. Mürşidi Şeyh Bedreddin’in “Vâridât” adlı eserindeki düşünceleri tekrarlamaktadır.
Tasavvuftaki “fakr ve dervişlik” düşüncesi, Allah’tan başka hiçbir şeye ihtiyaç duymamak, onun varlığı ile gani olmak, dünya malına bağlanmamak gibi inanış ve yorumlar, saray çevresi tarafından mal paylaşımı olarak anlaşılmaya çalışılıp, Börklüce’nin bedeninin ortadan kaldırılmasına sebep olmuştur. Ayrıca ne Şeyh Bedreddin’in ne de Börklüce’nin eserlerinde komünizme benzer bir tarzda mal ortaklığına dair en ufak bir söz, hatta bir işaret bile yoktur. Tamamen kendini Allah’ın rızasını kazanmaya adayan insanların dünyaya ait şeylere ilgi göstermeleri olacak şey değildir. Şeyh Bedreddin’in ve Börklüce Musatafa’nın büyük şanssızlıkları; Fetret Devri’nde yaşamış olmaları, Bedreddin’in çok büyük bir ulema olup kadıaskerlik görevini Musa Çelebi’nin yanında yapmış olmasıdır. Dolayısıyla onun müridlerinden olan Börklüce ve etrafındakiler de cezalandırılmıştır.
Eser bütünüyle incelendiğinde Bedreddin’in dolayısıyla Börklüce Mustafa’nın tarikatının kuralları anlatılmaktadır. Tasvîrü’l-Kulûb’da halvete girmenin önemi ve şartları uzun uzun anlatılmakta, halvetin vazgeçilmez olduğu ifade edilmektedir. Buradan yola çıkarak, Börklüce Mustafa’nın ve Şeyh Bedreddin’in Halvetî Tarikatı’nın kollarından olduğu sonucuna varmaktayız. Kaynakların Şeyh Bedreddin’in tarikatının ne olduğu ile ilgili kesin bir şey söyleyememelerine rağmen, müridi olan Börklüce’nin bu eserde Halvetîliğin kurallarına bu derece yer vermesi, bizi onların Halvetîliğin bir koluna mensup olduğu sonucuna götürmektedir. Şeyh Bedreddin’in yolundan gittiklerine inanan günümüz “Bedreddinîler’inin, kendilerini “gülşeni veya gülşâni” olarak kabul etmesi tespitlerimizi doğrular niteliktedir. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde konuyla ilgili olarak, “Harîrîzâde Şeyh Bedreddin’e “Bedriyye” adlı bir tarikat nisbet etmekteyse de (Tibyân I, 109 b) şeyhin vefatından sonra böyle bir tarikat teşekkül etmemiştir. Ancak bunun sempatizanlarından olup ‘Bedreddin Sûfileri’ diye anılan bir zümre zamanla Alevî-Kızılbaş kesime karışarak erimiştir” denilmektedir.
Şeyh Bedreddin hakkında araştırma yapan yazarların önemli bir bölümü, Şeyh Bedreddin’i korumakta ancak O’nun müridi veya halifesi olan Börklüce Mustafa’yı yerin dibine batırmaktan kaçınmamaktadır.
Basım aşamasında olan okuyucuya sunacağımız “Tasvîrü’l-Kulûb” adlı kitap, Börklüce’nin “Zındık, Mülhid, Rafızî, vb.” olduğuna ilişkin suçlamaların asılsız ve siyaseten olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Anlaşılan Hallâc-ı Mansûr, Seyyid İmadü’d-din Nesîmî ve benzerlerinin başına gelenler, Börklüce Mustafa’nın da başına gelmiştir.
Başta Nazım Hikmet olmak üzere Türk sosyalistlerinin tümüne göre de, Börklüce Mustafa materyalist, dolayısı ile ateisttir. “Tasvîrü’l Kulûb” adlı bu eser, bu yaklaşımın da gerçeklere uygun olmadığını kanıtlamaktadır.

Dipnotlar:

1. Bezmi Nusret Kaygusuz, Şeyh Bedreddin Simaveni, İhsan Gümüşyaka Matbaası, İzmir 1957 s. 132
2. Bezmi Nusret Kaygusuz, Şeyh Bedreddin Simaveni, İhsan Gümüşyaka Matbaası, İzmir 1957 s. 133
3. Bezmi Nusret Kaygusuz, Şeyh Bedreddin Simaveni, İhsan Gümüşyaka Matbaası, İzmir 1957 s. 134
4. V. 15a
5. Bezmi Nusret Kaygusuz, Şeyh Bedreddin Simaveni, İhsan Gümüşyaka Matbaası, İzmir 1957 s. 134
6. V. 64 b “Şeriat âyet, hadis ve Hazret-i Peygamberin davranışlarıyla bilinir. Bir konu hakkında âyet yoksa kıyas etmek doğru değildir. Semâ’ harâmdır dedikleri söz bâtıl bir sözdür. O da helâl fi’ller gibi olur. Zira semâ’ın harâm olduğunu gösteren nass bulunmamaktadır”. Hatta nass da kıyâs delâlet eder ki, semâ’ helâldir
7. V. 66 b
8. V. 69 b
9. Bezmi Nusret Kaygusuz, Şeyh Bedreddin Simaveni, İhsan Gümüşyaka Matbaası, İzmir 1957 s. 84-312-313
10. M. Şerafeddin Yaltkaya, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, Kitabevi Yayınları, İstanbul Nisan 1994s. 18
11. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi ‘Bedreddin Simâvî” maddesi s.334