Bilindiği üzere 13. yüzyılda Anadolu’da inanç önderlerinin en önemlilerinden birisi Karaca Ahmet’tir. Karaca Ahmet toplum içinde öncelikle veli kimliği ile daha sonra da veliliğe bağlı olarak şifa dağıtması yönüyle bilinmektedir. Hem yaşadığı çağda bizzat kendisi, hem de kendisinden sonra ardıllarının ve türbelerinin Anadolu halkına şifa dağıtmasıyla, bulunduğu toplumun büyük saygınlığını ve sevgisini kazanmıştır. Günümüze değin, mutasavvıf Karaca Ahmet Sultan hakkında menâkıbnâmelerde, muhtelif kaynaklarda bazı bilgiler bulunmasına karşın, kerametlerini ve yaşamını birlikte anlatan bir esere rastlanmamıştı.
Bu amaçla, bizler kütüphanelerdeki el yazmalarını tararken Karaca Ahmet ismiyle kayıtlı olanların arasında rastladığımız iki nüshadan oluşan “Karaca Ahmet Menâkıbnâmesi” adlı bu eseri çevirip günümüz okuyucusuyla buluşturmamızın uygun olacağını düşündük. Çalışmamıza konu olan menâkıbnâmelerden birisi Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi Hüseyin Kocabaş Kitaplığı Türkçe Yazmaları Bölümü’ndedir. Seyyid Hüseyin tarafından yazılmış olan bu eserin diğer adı “Mir’atu’l-Vucuhu’s-Safa”dır. Müstensih eserini H. 1299 (M. 1883-1884) yılında tamamladığını belirtmiştir.
Diğeri ise İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Mikrofilm Arşivi 2605/1-655’de ilk sayfası yırtık olmakla beraber “Menakıb-ı Karaca Ahmed”dir. Ayrıca eserin içinde “Mir’âtü’l-vefâ li vücûhi’s-sa fâ” kaydı da bulunmaktadır.
İkinci nüshanın kaynağı bilinmemekle beraber bir şahsın özel kütüphanesindeki nüshadan mikrofilme alınmış olduğu ve bununla birlikte Sadberk Hanım Müzesi’ndeki ilk nüshanın kopyası olmadığı tespit edilmiştir. Karaca Ahmet’in menkıbelerini konu alan bu yazma eser, Menâkıb-ı Akşemseddin’in yazarı olan Seyyid Hüseyin Enîsî Akşemseddin tarafından kaleme alınmıştır.
Günümüze kadar Karaca Ahmet Sultan ile ilgili yapılan çalışmalarda, genellikle başka kaynaklar temel alınmış “Mir’âtü’l-vefâ li vücûhi’s-sa fâ” adlı bu esere yer verilmemiştir. Bu eserde Karaca Ahmet’in soy şeceresi, tasavvufî silsilesi, diğer kaynaklarda bulunmayan söz ve menkıbeleri yer almaktadır. Süleymaniye nüshasında olup çeviriye esas aldığımız ve Sadberk Hanım Müzesi nüshasında bulunmayan kısımlar da çalışmamızın sonuna ilâve edilip, içerikte bulunan farklılıklar ayrıca dipnotlarda belirtilmiştir.
Mevcut eserlerde, günümüze kadar yapılmış olan çalışmalarda Karaca Ahmet’in doğum ve ölüm tarihleri yani yaşadığı çağla ilgili farklı bilgiler bulunmaktadır. Hicri 1299 tarihli “Menâkıb-ı Karaca Ahmet Sultân” adlı bu eser ile tarihsiz olan diğer nüsha karşılaştırmalı bir şekilde irdelenmiştir. Bu menâkıbnâmelerden elde edilen bilgiler yoluyla, Karaca Ahmet’in tarihsel kimliğine yeni bakış açıları getirmeye çalışılmıştır.
Müstensih, eserin giriş kısmında gelenek gereği Allah’a hamd, Peygamber’e ve Ashabı’na övgü ile başlandıktan sonra alçak gönüllü sözlerle bu eseri hangi ruh hali ile yazdığını ifade etmektedir. Metin içinde ayrıca âyet ve hadislere de yer verilmiştir.
Karaca Ahmet Menâkıbnâmesi’ne göre asıl adı Şeyh Karaca Ahmet bin Melik Şahab olan Karaca Ahmet, Artuklu Sultanı Sultan Hamza Asgar zamanında 14 Zilhicce 545, yani 3 Nisan 1151 yılında Mardin’de dünyaya gelmiştir. Doksan altı yıl ömür sürmüştür. Dolayısıyla 1247 yılında vefat etmiş olduğunu tespit ediyoruz.
Babası Sûfî Abdullah diye de bilinen Melik Şahâb bin Kara Arslan olup, soyu babası tarafından Enes bin Malik’e ulaşır. Annesi ise Şeyh Musa Ez-Zûlî’nin kızı olan Sâfiyye Hâtûn’dur. Şeyh Musa Ez-Zûlî’nin himmetiyle Karaca Ahmet’in dedesi Kara Aslan, Mardin şehrine sultan olmuştu. Fakat Kara Aslan’ın oğlu Melik Şahab babasının ardından padişahlığa heves etmemiş, babası da Mardin sultanlığını akrabası olan Hamza Asgar’a vermiştir.
Karaca Ahmet’in babası Melik Şahab ise kendisini takvaya vermiş, Allah da ona oğul olarak Karaca Ahmet Sultan’ı vermiştir. Oğlu da kendisi gibi küçüklüğünden itibaren takvaya yönelmiştir. Melik Şahab, soyu Hz. Ali’ye ulaşan Ebu Cafer Şeyh Muhammed Basri isimli şeyhten el almış fakat taç, hırka ve kuşağını Şeyh Musa Ez-Zûlî eliyle giymiştir. Eserde, Karaca Ahmet’in Horasan’dan geldiğine ilişkin bir ibare bulunmamakla beraber padişah çocuğu olduğu ve tacı tahtı takvaya yönelmesi nedeniyle bıraktığı belirtilmiştir.
Eserde geçen bir menkıbeye göre, Mardin’de Musa Ez-Zûlî’nin meclisinde erenler sohbet ederlerken söz Rum’daki evliyaların kimler olduğuna gelmiş. Bunun üzerine Şeyh Musa Ez-Zûlî, Karaca Ahmet’e dönerek, Rum’da kimlerin mevcut olduğunu sormuş. Karaca Ahmet hırkayı başına örtüp murakabe ettikten sonra “Rum vilâyetini seyrettim, bilmediğimiz kimse yok ama Kırşehir’de bir höyük üzerinde yalnız bir güvercin oturmaktadır” dedi. Hacı Bektaş Velî onların böyle bir şey yapacağını bilerek kendisini tanıyamasınlar diye güvercin şekline girip gizlenmişti. Fakat Karaca Ahmet velâyet nuruyla bunu anlamıştı. Bunun üzerine Şeyh Musa, bu eren hakkında kim bize bilgi getirir diye sordu. Tuğrul Baba’yı görevli olarak gönderdiler. Tuğrul Baba doğan şekline girerek güvercinin üzerine doğru süzüldü. Fakat güvercin birden büyük bir kartal şekline büründü ve doğanı kovalamaya başladı. Onu kıstırdı ve bir kanadını incitti. Hacı Bektaş, “Er ere yırtıcı şeklinde mi gelir, Tuğrul’um” dedi. Tuğrul yaralı halde geri döndü ve onun yarasını Karaca Ahmet sardı ve kolunun incinmesi anında düzeldi. Bundan dolayı Şeyh Musa, Karaca Ahmet’e Rum’daki bütün kırıklar senin sarmanla düzelip şifa bulsunlar ve Rum’un gözcülüğü, ayrıca sığamak sana verilmiştir, senden sonra da senin evlatların ve senin mezarına gelenler şifa bulsunlar dedi.
Ertesi gün Karaca Ahmet’i Rum’a gönderdi, yanında Tuğrul Baba da vardı. Rum’a varır varmaz, onun tekkesi yaptığı tedavilerle tanındı. “Bir er var, deliler, cin tutmuşlar orada şifa bulmaktadır” şeklinde ünü her yere yayıldı. Hatta Karaman padişahını dahi tedavi etti. Rum’a geldikten sonra epey bir zaman gezdi dolaştı, sonunda Sakarya ırmağı yakınında bir köyde karar kılıp yerleşti. Karaca Ahmet’in türbesinin burada olduğu menâkıbnâmede belirtilmektedir. Bunun dışında birçok yerde onun evladının türbeleri bulunmaktadır. Evlatları da kendisi gibi hastaları tedavi etme konusunda tanındılar. Bunun için Karaca Ahmet: “Allah’ım benim evladımın dergâhları ve tekkeleri açılıp, binbir yerde çerağ yansın, benim sofram kıyamete değin açılsın” şeklinde duada bulunmuş ve Allah da onun bu duasını kabul etmiştir.
Menâkıbnâme içinde geçen bilgilere göre Karaca Ahmet Sultan cinlere hükmetme gücüne sahiptir. Cinlerle sorun yaşayanların her zaman Karaca Ahmet Tekkesi’ne gelip buradan yardım isteyebileceklerini dile getirmiştir. Hakkında yazılan makalelerde de halk söylencelerinden yola çıkarak kendisinin cinlere hükmettiği ve manevi tasarruf sahibi olduğu konusu sıklıkla vurgulanmaktadır. Bugünkü tabirle psikiyatrik rahatsızlıkların dışında çaresiz görülen vakalarda da bu tekkelerde şifa bulabilecekleri anlatılmıştır. İnsanların bu mekânlarda şifa aramaları geleneğinin halen devam ettiği bilinmektedir.
Menâkıbnâmeye göre Karaca Ahmet, Rum diyarına geldiği zaman önce her tarafı gezdi. Sonunda Sakarya kenarında Baş Karaca Ahmet dedikleri bir köye yerleşti. Kendisinin mezarı oradadır. Diğer ocaklarda olan evlatlarıdır. A nüshasında evlatlarının listesinin risalenin sonunda yazılı olduğu belirtilmekle beraber eserin sonuna konulmamıştır. Fakat B nüshasının sonunda evlatlarının bir kısmının isimleri belirtilmiştir. Bu nüshada Mudurnu kazasında bulunan Karaca Ahmet evlatlarından Paşaoğulları olarak bahsedilir. Evlatlarından
Şeyh Kasım Paşa’nın Beypazarı’ndaki Dil Dağı’nda yedi yıl vahşi hayvanlarla beraber olduğu ifade edilir. Bu şeyh anlatılırken Baş Evran ve Tutaş Köyü’nden de bahsedilir.
Yine bu eserde bu bilgilere ek olarak, Karaca Ahmet Sultan’a sorulan bazı soruların da cevapları bulunmaktadır. Örneğin, semahın helal mi haram mı olduğuna dair kendisine sorulan soruya şu şekilde yanıt vermiştir: “Semah edenin nasıl olduğuna bağlıdır. Bazı semah zamanında bir hâl gelir ki uzaklaştırması mümkün olmaz, bağırıp çağırır. Mesela kendi isteği dışında aksırır ama kimse onun neden yaptığını bilemez. Kendi isteği ile yaptı sanırlar. Bunu kendi isteği ile yapanlar üç kısımdır. Birincisi Allah’ın azabını işitenler bağrışırlar. İkincisi cennet nimetlerini işitenler bağrışırlar, üçüncüsü azap ve nimet gözüne görünmez fakat Allah’ın zâtına âşık olduğundan onun aşkı ile bağrışır çağrışırlar.” demektedir.
Karaca Ahmet ile ilgili gerek Hacı Bektaş Velî Velâyetnâmesi’nde gerek diğer kaynaklarda belirtilen Hacı Bektaş Velî’nin güvercin ve Tuğrul Baba’nın doğan şekline girmesi, halk içinde anlatılan geyik figürünün menkıbeleri ana hatları ile aynıdır. Bazı kaynaklarda Karaca Ahmet’in yerleştiği yerin Sakarya olduğu belirtilmektedir. Bu eserde de aynı bilgi doğrulanmaktadır. B nüshasının sonunda bulunan evlatlarının isim listesinde Paşaoğulları adının geçmesi ve Bolu Mudurnu sınırları içinde bulunan Paşaköy ile ilişkisi dikkat çekicidir.
En önemlisi bundan önceki kaynaklarda Karaca Ahmet’in yaşadığı tarihler arasında oldukça büyük bir çelişki vardı. Elimizdeki menâkıbnâmeden yola çıkarak 1151 ile 1247 yılları arasında yaşadığını söyleyebiliriz. Eser dikkatle incelendiğinde görüleceği üzere, Karaca Ahmet’in özellikle cinli hastaları tedavi etmekte olduğunu bugünkü anlamda ruhsal sorunlar yaşayan hastaların bu tekkelerde tedavi edildiği, kendinden sonra evlatlarının dünyanın farklı yerlerinde sonsuza kadar tedavi etme yetkisinin Allah tarafından verildiğini anlamaktayız. Karaca Ahmet türbeleri ile ilgili çalışmalar yapan psikiyatri uzmanı Dr. Taner Tosun, bu türbelerdeki geleneksel tedavi ile ilgili ayrıntılı bir çalışma hazırlamaktadır.
Evlat kelimesinin yalnız “bel evladı” olarak değil aynı zamanda “yol evladı” olarak ona gönülden bağlanmış olanlara da verilmiş olan bir ayrıcalık olarak algılanması daha doğru olacaktır. Bu şekilde bakıldığında açılmış olan tekkelerin Karaca Ahmet adını yaşatmak, ona saygılı olmak maksadı ile yapıldığı, onun bel evladı veya yol evlatları tarafından bu hizmetlerin yerine getirildiğini anlamak ve tarihe başka bir gözle bakmak mümkün olabilecektir. Bu nedenle Karaca Ahmet Tekkesi’nden yetişenlerin farklı yerlerde Halvetîlik, Bektaşîlik gibi farklı tarîkatlar olarak hizmet ettiklerini görmekteyiz. Çünkü bu tekkelerin esas işlevi tarîkatların inancını yayma amaçlı değil, hastaları tedavi etme merkezi olduğu bilinmektedir. O tekkenin şeyhinin ve içinde bulunduğu toplumun değer yargılarına göre tarîkat erkânlarını tercih etmesi ise doğaldır. Mesela Alevî topluluğunun yoğun olduğu bir yerde Hıdır Abdal’ın, Halvetî erkânı uygulaması kolay gözükmemektedir.
Karaca Ahmet adı ile anılan tüm yerleşim yeri, tekke, türbe ve makamların bugün Anadolu’da 25 civarında olduğu bilinmektedir.
Bilindiği gibi, tasavvufta yüce mertebelere ulaşanların da esas amaçları halka onların anlayacağı dilden yardımcı olmak ve engin bir hoşgörü içinde bulunmaktır. Velâyetnâme ve İmam Caferü’s-Sâdık’ın tasavvufî görüşleri neticesinde Anadolu Gözcüsü olarak anılan Karaca Ahmet’in özel bir yeri olduğu, Alevi cemlerinde gözcülük görevinin ona isnat edildiğini görmekteyiz.

Kaynakça:

Gümüşoğlu, H. Dursun, Karaca Ahmet Sultan Menâkıbnâmesi, AVF Yayınları, İstanbul 2013,
Seyyid Hüseyin, Menâkıb-ı Karaca Ahmet Sultan S.H.M.H.K.Yaz. 169 “Mir’atu’l-Vucuhu’s-Safâ” Hüseyin Kocabaş Kitaplığı Türkçe Yazmaları
Süleymaniye Kütüphanesi Mikrofilm Arşivi 2605/1 -655 Mir’âtü’l-vefâ li vücûhi’s-safâ”

Dipnot:

1. Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi Hüseyin Kocabaş Kitaplığı Türkçe Yazmaları Bölümü V. 3b
2. Süleymaniye Nüshası V.7
3. Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi Hüseyin Kocabaş Kitaplığı Türkçe Yazmaları Bölümü V. 19b